29 Temmuz 2008 Salı

Bugün "Miraç Kandili"

29 Temmuz 2008 Salı gününü Çarşambaya bağlayan gece Miraç Kandilini idrak edecek olmanın mutluluğunu hep birlikte yaşamaktayız.
Miraç, Peygamber Efendimizin bir gece Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Yüce Allah’ın huzuruna vardığı, içerisinde pek çok hikmet ve sırların bulunduğu mübarek bir yolculuğun adıdır. Bu yolculuk, varlık düzeyinde, hakikat göğünün katmanlarında olduğu kadar, Allah’a ulaşmak için katetmesi gereken yolu görmek isteyenlere de emsal teşkil eden kutlu bir yolculuktur. Bu anlamda Miraç, insanın erdem yolculuğunu, beşerîlikten insanîliğe yükselişini ifade etmektedir.
Miraç, insanın, ilahî rızaya ve desteğe ulaştığında akıl ve idraki zorlayan nice üst derecelere ulaşabileceğini gösterdiği gibi, manâ âleminde yükselip ilahî rahmet ve huzura erişmenin, öncelikle gönül ve ruh temizliğinden, ahlakî erdemlere yükselişten, her şeyin sahibi olan Yüce Allah’a bağlılık ve boyun eğmeden geçtiğini hatırlatan bir fırsattır.
Miraç, göklere olduğu kadar, insanın iç dünyasına doğru da yapması gereken bir yolculuktur. Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ ve göklerde Hz. Peygamber’le gerçekleşen bu kutlu yolculuk, bugün bizim için manevî merkez olan gönül dünyamızda gerçekleşmelidir. Bizzat Peygamberimiz tarafından mü’minlerin miracı olarak nitelenen namaz da, iç dünyamızdaki yükselişi ve arınmayı ifade eder. Çünkü mü'min, namazda Rabbinin huzurunda durarak, sadece O'na ibadet etme ve sadece O'ndan yardım isteme özgürlüğünü yaşar. Namazda sadece bedeni ile değil; özüyle, gönlüyle, duygu ve düşüncesiyle Allah’a yönelen ve Rabbi ile baş başa kalmanın mutluluğunu yakalayan mü’min, dâima O’nun gözetimi ve desteği altında olduğunu hatırından hiç çıkarmaz, bu bilinçle hayat çizgisini anlamlı kılar.
Sevgili Peygamberimizin Miraç’ından ilham alarak bireyin, toplumun ve topyekün insanlığın her türlü ayıp, çirkin, hata, vebal ve günahı geride bırakarak manevi yükselişi üzerinde de düşünmek zorundayız. Bunun da yolu, fani hevesler peşinde ömür tüketmek yerine yaşadığımız hayatın geçiciliğini gerçekten fark edip Allah’a dönmekten, O’nun rızasına uygun bir hayat sürmekten, geride insanlık için yararlı işler bırakmaktan, bilgiyi. teknolojiyi ve her türlü maddi gücü ahlakla buluşturmaktan geçer. Bugün, dünyada insanlık olarak en büyük sıkıntıları, doğal afetlerden veya Cenab-ı Mevla’nın üzerimizdeki nimetlerini azaltmasından değil, kendi ellerimizle yapıp ettiklerimizden, nefsimizin aklımıza egemen olmasından, birbirimize karşı beslediğimiz sonu gelmez düşmanlık ve ötekileştirmeden, bencillik ve ihtirasımızın, öfke ve kinimizin sürüklediği akıl almaz yanlışlıklardan çekmekteyiz. Miraç gibi kutlu zamanlar, bizlere Yüce Rabbimizin sonsuz merhamet kapısını dua ve niyazla çalarak O’na dönme, kendimize gelme, durup düşünme imkanı sunar; nefsimizin bize güzel gösterdiği kötülük ve çirkinlikten kurtulma irademizi tazeler. Ne mutlu Miraç’ı böyle değerlendirenlere.
Bu duygularla, ülkemizde ve dünyada yaşayan bütün Müslümanların Miraç kandilini tebrik ediyor, bu mübarek gecede Yüce Mevla’ya açılan ellerin ve yapılan duaların, bütün İslam aleminin birlik, dirlik ve beraberliğine, insanlığın hidayetine vesile olmasını, başta yakın çevremiz ile İsrâ ve Miraç mucizesinin cereyan ettiği kutsal topraklar olmak üzere bütün dünyada hak ihlallerinin sona ermesini, acı ve göz yaşının, şiddet, terör ve umutsuzluğun yerini kalıcı bir huzur ve barışın almasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.KAYNAK

21 Temmuz 2008 Pazartesi

Yaz sıcağına beslenme kalkanı

Yaz sıcaklarında sağlıklı beslenmek ve zindeliği korumak için dikkat edilmesi önemli birkaç nokta var. Yediklerinize özen göstererek korunabilir ve kendinizi daha iyi hissedebilirsiniz. Sıcak havalarda aşırı yağlı ve şekerli yiyecekler yerine su, vitamin ve mineral içeriği yüksek meyve, sebze ve tam tahıllara dayalı bir beslenme şekli daha uygundur. Akdeniz diyeti bunun için en uygun örnektir. Sıcak Akdeniz iklimine rağmen yüzyıllarca Akdeniz insanı kendini bu beslenme tipi ile korumuştur.
Balık, zeytinyağlı sebze, meyve, peynir ve salata iyi bir yaz mönüsü seçimidir. Miktarala dikkat etmek kaydıyla akşam yemeklerinde rahatlıkla tüketilebilir.
Sıcak ile birlikte terleme oranı arttığı için elektrolit dengesini sağlayacak yoğurt, ayran ve cacık tüketimi de unutulmamalıdır, aşırı ter vücutta sodyum ve potasyum dengesini bozar bu özellikle kalp ve tansiyon hastaları için tehlikelidir

Meyvenin miktarı önemli
Kızartmalar, aşırı yağlı gıdalar ya da sakatatlar yerine ızgara, buğulama ve haşlama olarak hazırlanmış, yağı alınmış etler yenilmelidir. Omega-3 yağ asitlerini içeren balık haftada iki kez tüketilmelidir. Kan şekerinin hızla yükselip, hızla düşmesine sebep olan yağlı, şekerli ve ağır tatlılar yerine dondurma veya sütlü tatlılar tüketilmelidir.
Yaz meyveleri çeşitlilik ve vitamin içeriği açısından çok iyidir ancak miktarlara dikkat etmek gerekir. 15 üzüm veya 12 kiraz veya 1 dilim karpuz veya 1 incir, 1 porsiyon meyve olarak düşünülmeli kadınlar günde 3-4 erkekler 4-5 porsiyon meyveden fazlasını tüketmemelidir.
Ayrıca maden suyu, sıvı takviyesi olarak, beslenmede mutlaka yer almalı.

Çok geç yemek yemeyin

Yaz akşamlarında davetler ve özel geceler daha fazla olur. Bu durumda ideal yemek saatlerine uymak zorlaşır. Ben böyle durumlarda iki küçük öğün öneriyorum. Çünkü saat 21.00’e kadar yemek yemeyi beklerseniz çok acıkırsınız ve açlığınızı kontrol edemezsiniz. Bu durumda bulunduğunuz ortama göre, saat 19.00 gibi, peynir ve salata veya 10-15 fındık ile kuru kayısı veya ayran ile grisini ya da 1 dilim ekmek-peynirden oluşan küçük bir öğün yapabilirsiniz. Saat 21.00’de ise başlangıç yemeği ve salatayı geçip, sadece ana yemeği yiyerek, aşırı kalori alımından kaçınabilirsiniz. Yazın baklava gibi tatlılar yerine, dondurma veya meyveli tatlılar seçmeniz gerektiğini de unutmayın.

Sıcak günlerde hiç yenilmemesi gerekenler

Kremalı ve mayonezli yiyeceklerden yazın uzak durulmalıdır. Bu besinler sıcak hava sebebiyle çabuk bozulduğu gibi, sindirim açısından da vücudu zorlar. Aşırı yağlı hamur tatlıları ve şerbetli tatlılar da tercih edilmemelidir.
Bakterilerin üremeleri için besin, sıcaklık ve nem yeterlidir. Oda sıcaklığında 24 saat içinde sayıları trilyonlara ulaşabilir, bu sebeple kış aylarına göre daha dikkatli olunmalıdır. Ayrıca içtiğiniz suyun kalitesinden ve temizliğinden de emin olmalısınız.

Yaşlılar ve çocuklar ayrıcalık ister

Yaşlılar ve çocuklar, yaz aylarında risk altında olan gruptur. Bu yüzden yeterli su tüketimi bu grup için çok önemlidir. Özellikle sodyum, potasyum ve magnezyum, vücuttaki sıvı-elektrolit dengesini sağladığından, meyve, sebze, peynir, yoğurt, ayran ve cacık her gün tüketilmelidir.

Sıvı takviyesi şart!

Sıcak havada nefes alıp vermek bile sıvı kaybına sebeptir; terlediğinizi görmeniz şart değil! Kadınların günde ortalama 2 litre, erkeklerin ise 2.5 litre suya ihtiyacı vardır. Ancak egzersiz yapıldığında, bu miktara her yarım saat için 1-2 bardak daha eklenmelidir. Maksimum su ihtiyacı 3 litredir, denilebilir. Susamayı beklemeden su tüketin, mutlaka düzenli için. Ama su tüketmek zor geliyorsa, suyun içine bir-iki damla meyve suyu veya taze meyve parçaları, nane ve limon ekleyerek de içebilirsiniz. Ayrıca soğuk bitki çayları, şekersiz olarak meyvenin kendiyle pişmiş kompostolar, limonata, ayran, kefir ve maden suyu sıvı alımı için doğru seçimlerdir.

Aklınızda bulunsun!

Aşırı sıcaklarda kendini yorgun hissedenler, öncelikle tansiyon ve tiroit muayenesi olmalılar. Eğer bir sorun yoksa, taze meyve suyu, fındık, ayran ve kuru meyveleri tüketmek enerji verir. Tabii bir de bol bol su içilmeli.KAYNAK

17 Temmuz 2008 Perşembe

Güneş kremini cilt tipinize göre seçin

Zararlı güneş ışınlarından korunmanın en önemli yolu güneş kremi kullanmak; ancak bu ürünleri kullanmanın da bazı kuralları var.

Cildimizi güneşten ve onun zararlı etkilerinden korumanın en önemli yolunun güneş kremi kullanmak olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Ancak bu ürünleri seçerken ve kullanırken de bazı kuralları dikkate almak gerekiyor. Adnan Menderes Üniversitesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof Dr. Neslihan Şendur bakın bu konuda neler hatırlatıyor.

Cildimizi güneşin zararlı ışınlarından nasıl koruyabiliriz?
Yaz kış demeden, UVA ve UVB filtre içeren güneşten koruyucu ürünler kullanılmalı. Bununla birlikte özellikle 12.00 ile 16.00 saatleri arasında güneşe çıkılmamalı ve koruyucu giysiler giyilmeli. Kullanılan ürünler güneşe çıkmadan önce sürülmeli ve sık sık yinelenmeli.

Güneş kremleri cildimizi gerçekten zararlı güneş ışınlarından koruyor?

Koruyucu ürünler önemli miktarda zararlı güneş ışınlarını bloke eder. Fakat giyilen kıyafetlere, güneşe maruz kalma zamanına ve süresine dikkat edilmediği sürece yeterli miktarda korunma sağlanamaz.

Cilt kanserleri hangi sıklıkta ve genelde kaç yaşından sonra görülüyor?
Dünyada cilt kanserine yakalananların sayısı her yıl yüzde 1 artıyor. Türkiye’de ise her 10 kişiden 2 ya da 3’ünde bu hastalığı görüyoruz. Cilt kanseri her yaşta ve cinsiyette görülse de 30 yaşından sonra daha sıklıkla karşılaşıldığı söylenebilir.

Hangi cilt tipi için hangi güneş kremlerini kullanmalı?

Kullanılan güneş kremleri cilt tipine ve fototipine göre seçilmeli. Fototip, ten rengimize göre cildin güneşe karşı verdiği tepki özelliğidir. Örneğin, açık tenli ve ince ciltli kişiler çabuk kızarır, kolay kolay bronzlaşmaz ve sürekli çok yüksek koruma kullanmaları gerekir. Esmer tenli kişiler ise kolaylıkla brozlaşır ve bronzlaştıktan sonra daha düşük korumalı ürünler kullanabilir. Esmer kişilerin güneş savunma sistemleri daha gelişmiş olsa bile kullanılan güneş koruma faktörü (SPF) en az 15 olmalıdır. Ayrıca güneş koruma ürünü alırken cildin kuru, yağlı ve akneye eğilimli olmasına da dikkat edilmelidir. Kuru ciltler için yoğun kıvamlı krem formunda ürünleri tavsiye ederken, yağlı ciltler için akışkan formda hafif dokuları öneriyoruz.

Güneş kremi kullanırken nelere dikkat edilmeli?

Güneş kremleri güneşe çıkılmadan 20 dakika önce sürülmeli ve her iki saatte bir tekrarlanmalı.

Çocukları güneşten korumak için neler yapılabilir?

Çocukların cildi zararlı güneş ışınlarına karşı yetişkinlere göre üç kat daha fazla hassas. Ciltlerinde savunma mekanizmaları henüz gelişmediğinden üç yaşından küçük çocukların güneşe çıkarılmasını tavsiye etmiyoruz. Cilt kanserinin nedenlerinin yüzde 80’i küçük yaşta alınan güneş ışınlarıdır. Çocuklar için kendi hassas ciltlerine özel geliştirilen koruyucu ürünlerin kullanılması önemlidir. Bu koruyucuların, katkı madde içermeyen, suya ve ve kuma dayanıklı, hipoalerjenik ürünler olması önemli.

Foto yaşlanmadan korunun

Dermatoloji Uzmanı Eylem Acar, güneşten korunmanın cildin gençliğini korumada da büyük önem taşıdığını ifade ediyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Güneş ışınları cilt yaşlanmasında önemli bir role sahip. Cildi güneşin zararlı etkilerinden korumak için güneş koruyucu ile birlikte uygun nemlendirici kullanmak gerekiyor. Bu amaçla güneş koruyucu nemlendiricileri tercih etmemizde fayda var. Yazın cildin nem ihtiyacı da artıyor. Bu nedenle, kolajen sentezini tetiklemesi ve yenileyici özelliği nedeniyle fibroblast içeren ürünleri özellikle tavsiye ediyoruz.KAYNAK

9 Temmuz 2008 Çarşamba

KİLİTLENMİŞLİK




Sorun bu işte!.

Kilitlenmiş olmak!

Kendi kendini kilitlemek!.

Anlayamıyorum... Okuyorum okuyorum bir türlü yerli yerine oturmuyor!... Tam anladım derken bir bakıyorum hiçbir şey anlamamışım!”

Çok duyduğum bir itiraf...

Niye böyle oluyor?

Çünkü, geçmişte bir zaman, kendi beynini kendi elleriyle kilitlemiş!..

Farkında değil geçmiş bir zaman içinde nasıl bir komutla kendi beyninin kilitlediğinin!.

Kesinlikle bilin ki, başkasına zannıyla ne yapıyorsak, gerçekte kendi kendimize yapıyoruz; ve kendi yaptıklarımızın da sonuçlarını yaşıyoruz!.

Herkes elleriyle yaptıklarının sonuçlarını yaşar!” uyarısı da işte buna işaret ediyor!.

Geçmişte bir zaman içinde... Belki gençlikte veya yeni yetmelikte, bir hüküm veriyorsunuz: “Bu konu şöyledir” ya da “bu, bu kadardır”, diye...

Böylece, beyin o konuda kendi kendini kilitliyor!. Bundan sonra, o hükme ters gelen ne kadar yeni gelişme olursa olsun, beyniniz onları görmüyor ve değerlendirmeye almıyor!.

Bir kitap, bir kişi, ya da bir konu... Dinî veya toplumsal; fark etmiyor!.

Beyin yalnızca bu “sünnetullah” üzere çalışmasına devam ediyor!.

Bu sebeptendir ki, kim, ne zaman neyi reddetmiş veya inkâr etmişse, artık geri dönüşü olmuyor kolay kolay!.

Hiç mi?

Hayır!.

Tövbe kapısı açık!..

Eğer, yaptığının yanlış olduğunu kesin bir şekilde fark etmişsen; bunun düzelmesi için çok kuvvetli olarak o konuyu tekrar ele almışsan; yapacağın çalışmalar ile yeniden o alanı araştırma ve sorgulamaya sokup kilitlenmeyi çözme imkânına sahipsin!. Ama bu da elbette, o konudaki hükmünün kesinlikle yanlış olduğunu kavramana bağlı.

Aksi takdirde, beyin, geçmişte aldığı o komutun gereğini ölene kadar koruyor; sen de gözünün ya da basîretinin önündeki o gerçeği algılayamadan bu dünyadan çekip gidiyorsun!.

Her an her yeniye mutlak olarak açık olmak, işin başlangıcı...

Sorgulayıcı olmak; araştırmacı olmak; asla mevcut veri tabanınla kendini kayıtlamamak ve sınırlamamak!

Dün bu konuda böyle denmiş ama başka türlü de olabilir mi acaba”, diyerek; yeni karşılaştığın her olayı veya fikri yeniden değerlendirmeye tutmak, kişinin beyin kilitlenmelerine karşı emniyet supabıdır!.

Toplumların çok büyük bir kısmı, daha genç yaşlarda kilitlenmiş beyinlerle yaşamlarını sürdürdükleri için, yaşamdaki sürekli yeni açılımları fark edemiyorlar!.

Toplumsal şartlandırmalar, beyin kilitlenmelerinin en büyük oluşturucusu!.

Daha çok küçük yaşlarda başlayarak, beyinler pek çok konuda kilitlenmeye başlıyor!.

Bir vesile ile bir şeyin orada olmayacağı yolunda bir fikir oluşmuşsa sizde; artık o şey orada gözünüzün önünde olsa bile onu göremezsiniz! Sanki kör olmuşunuzdur!.

İşte bu bireysel beyinlerde oluşan blokaj körlüğü, bazen toplumsal körlük şeklinde de açığa çıkar, o konudaki şartlanmanın tüm toplumu kilitlemesiyle.

Görünmezlerin, bilinmezlerin önündeki perde, çoğu zaman bizdeki bu kilitlenmelerin oluşturduğu blokajlardır!. Bazen de, bizdeki bu kilitlenmeleri bilenlerin, o perdeleri kullanmalarıdır.

Velilerin, Allah’ın örtüsü altında gizli olmalarında” da bu sistem geçerlidir. Biz, “velilik ve veliler” hakkındaki zanlarımız dolayısıyla kilitlenmiş olduğumuz için, onları görsek de tanıyamayız!. Çünkü beynimiz zannımızla kilitlenmiştir o konuda!

İlle de, kafamızdaki zannımıza, kabulümüze göre açığa çıkacaktır ki o konu veya kişi, biz onu görebilelim!.

“…Ki, onların kalpleri (şuurları) var, onlarla (hakikatleri) anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla gördüklerini değerlendirmezler; kulakları var bunların, onlarla algılamazlar!.. İşte bunlar en’am (davarlar) gibidirler... Belki daha da sapkın... Onlar gâfillerin ta kendileridir.” (A'râf: 179)

Allah, kalplerini (şuurlarını), kulaklarını/algılamalarını mühürlemiş ve gözlerinin üzerinde de bir perde vardır...” (Bakara: 7)

Burada, “Allah’ın mühürlemesi” ifadesinden murat, “sünnetullah” sonucu, beyin çalışma sistemi gereği, kişide oluşan kilitlenme, “körlük-blokaj”dır!.

Zirâ, kişi, verdiği yanlış hükümle beynini kilitler ve artık o gerçekle yüz yüze gelse de onu değerlendiremez!

KÜFÜR, “gerçeği örtmek, görememek, inkâr etmektir”!. Ki bu da, beyindeki kilitlenmenin sonucudur!. “Kâfir” diye tanımlananlar, beyinleri önceden verdikleri hükümle kilitlenmiş olduğu için, “ALLAH”, “Rasûlullah” ve “Kur'ân” gerçeğini değerlendiremeyip, onu ÖRTENLERDİR!

Bizi “OKU”mamış biri, elbette burada bahsedilen “hatem-mühürlenme” olayının yukarıdaki bir tanrı tarafından gerçekleştirildiğini düşünebilir…

Oysa bizi “OKU”yabilenler, şimdi farkedeceklerdir ki, her birimin özünde bulunup, varlığını oluşturan “Allah” isimlerinin işaret ettiği özellikler, kişide otomatik olarak bu işleyişi meydana getirmekte; bu durum da, “Allah’ın tasarrufu” olarak tanımlanmaktadır Kur’ân-ı Kerîm'de!.

Şimdi bakın burada elimize önemli bir anahtar daha almış oluyoruz Kur'ân-ı Kerîm'i anlamak için...

Kişinin eline aldığını veya karşısındakini “OKU”yabilmesi için ilk şart, geçmiş tüm veri birikimini bir yana koyarak, onlara dayalı değerlendirmelerini devreye sokmayarak, tamamen objektif, yorumsuz olmasıdır.

İkinci iş, elindeki metinde veya karşısında anlatanda, işaret yollu, misal veya mecaz yollu dillendirmelere dikkat etmesi şarttır!.

Üçüncü önemli şart... Kesinlikle, "ben bunu zaten biliyorum, duymuştum-okumuştum" önyargısından uzak durup, asla peşin hükümlü olarak konu hakkında hüküm vermemektir!

Ola ki, o anda sizde o konuda yeterli açıklık oluşmadı... Bu defa o konuyu sakın inkâr veya red etmeyin... Hüküm vermeden, değerlendirme işini zamana bırakın... Zirâ, ya o konuda yeterli veri tabanınız olmadığı için o konuyu anlayamamışsınızdır; ya da daha önceden o konuda vermiş olduğunuz bir hükümle beyninizi kilitlemişsinizdir!. Bu durumda yapılacak en iyi iş, kendinizi o konuya sürekli açık tutmak olacaktır.

Bilelim ki, verdiğimiz hükümlerin neredeyse pek çoğu, bizim, sonsuz evrensel gerçeklik içinde sayısız sırdan mahrum kalmamıza yol açan, en önemli faktör olmaktadır.

Düşünce dünyamızı oluşturan kozamız, çoğu zaman evrensel araç olarak bizi sonsuz yeniliklere taşımak yerine; düşünsel hücremiz şeklinde hapishanemiz olmaktadır!.

Düşünün, evrende ve Dünyada, her şey, her an yenilenmektedir!.

O her an yeni bir ŞAN’dadır” âyetiyle, bize, sürekli bir evrensel yenilenme uyarısı yapılmaktadır!.

Biz ise, hâlâ, toplumu çağlar öncesi anlayışa ve yaşam tarzına döndürecek(!) “Müceddid-Yenileyici” beklentisi içindeyiz!. Elinde kılıç, at üstünde ordusuyla ortaya çıkacak bir “Müceddid-Yenileyici”!!!

Muhtemelen benim ömrüm yetmeyebilir; veya türlü sebeple ben kendisine ulaşamayabilirim böyle bir “Müceddid-Yenileyici”ye ama...

Siz siz olun, şundan gâfil olmayın...

O gelecek Zât, halk dilindeki deyişle “MEHDİ RASÛL”, asla, sanıldığı gibi, toplumu ve Din anlayışını eskiye, asırlar öncesi anlayışa döndürecek bir “eskiye döndürücü”, ya da yüzyıllar veya yıllar önceki anlayışı tekrarlayacak bir “TEKRARLAYICI” değil; Celâleddin Rûmî’nin dediği gibi, “bugün artık yeni şeyler söyleyecek” bir “YENİLEYİCİ” olacaktır!.

Kilitlenmiş beyinler, ya da benim gibi ömrünün son günlerini yaşayanlar, muhtemelen, O mübarek Zâtı göremese de; en azından farkedip, biliyoruz ki, O bir “YENİLEYİCİ”dir!. Din Anlayışımızı “YENİLEMEK-TECDİD” işleviyle Dünya’ya gelmiştir; kanâatimce!. Buna açık olanlara ne mutlu!.

Dünün tekrarlarını tekrarlayacak “TEKRARLAYICI” beklemekte olup da, kafalarındaki bu “tekrarlayıcı”ya “müceddid-yenileyici” adını etiketlemiş olanlar, bu gerçeği kabullenemeseler de; maâlesef olay budur!

Ömrü olan görecek ve bizi rahmetle anacaktır!.

Siz siz olun, beyninizdeki kilitlerinizden kurtulmaya bakın; “sünnetullah” denilen evrensel gerçekleri görmekten mahrum kalmamak için!
KAYNAK

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Üç Aylar Başlarken...



Dinî hayatımızda "Üç Aylar'' olarak bilinen feyizli ve bereketli maneviyat mevsimine bir defa daha girmek üzereyiz.3 Temmuz 2008 Perşembe gününü Cumaya bağlayan gece "Regaib Kandili'' dir. Üç aylar, kamerî aylardan Recep, Şaban ve Ramazan aylarıdır. Bu mübarek aylardan birincisi Recep'in manevî değerine, Kur'an-ı Kerim’de ve Sevgili Peygamberimizin hadis-i şeriflerinde işaret buyrulmuştur. Kur'an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır. “Allah’ın gökleri ve yeri yönettiği günkü yazısına göre ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü haram aylarıdır. Bu, dosdoğru bir nizamdır. Öyleyse o aylar içinde kendinize yazık etmeyin...”(1) Bu ayet-i kerimede işaret edilen haram ayların Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Recep ayları olduğunu Hz. Peygamber şu hadisleriyle açıklamışlardır: “Muhakkak zaman Allah'ın yarattığı günkü şekliyle akıp gitmektedir. Sene oniki aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Bunlardan üçü peşpeşedir: Zilkade, Zilhicce, Muharrem, bir de Cemaziyel-ahir ile Şaban ayları arasında olan Mudar Kabilesinin ayı Recep'tir”(2) Ayrıca Peygamberimiz üç aylar hakkında şöyle buyururlar: “Recep Allah'ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan da ümmetimin ayıdır”(3) Bu ayların başlangıcında Hz. Peygamber’in şöyle dua ettiği de rivayetler arasında yer almaktadır. “Ey Allah’ım Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan'a kavuştur.”(4) Recep Ayı, gerek İslam’dan önce gerekse İslam’dan sonra mukaddes bilinen bir aydır. İslam dini gelmeden önce, bu ay girer girmez, Arap kabileleri arasında harp etmek, baskın ve çapulculuk yapmak yasaklanır, herkes kendisini bu ayda güven içinde hissederdi. İslam geldikten sonra da, bu aya olan hürmet devam ettirildi. Bu ay Regaib ve Mirac gibi mübarek geceler ve ilâhî tecellilerle şereflendirildi. Ülkemizde de yukarıdaki beyanlar ışığında, asırlardır bir “Üç Aylar” geleneği oluşmuş; “Ramazana hazırlık” Recep ayının gelmesiyle başlar hale gelmiştir. Bu mübarek aylar içerisinde öyle feyizli ve bereketli geceler vardır ki, Yüce Allah’ın rahmet ve mağfireti, bu gecelerde mü’minler üzerine yağmur gibi yağar. Recep ayının ilk Cuma gecesi olan Regaib Kandili, Allah Teâlâ’nın kullarına bol bol bağışta bulunduğu, az ibadetlerine karşılık çok sevap verdiği bir rağbet gecesidir. Regaib gecesi duaların kabul edileceği ve isteyen kullarına Cenâb-ı Hakk’ın ihsan ve ikramını bol bol vereceği bir gecedir. Regaib Kandili, Recep ayının 27. gecesindeki Mirac ve Şaban ayının 15. gecesindeki Berat kandillerini, Ramazan ayını, Kadir Gecesini, Ramazan ve Kurban Bayramlarını müjdeleyen mübarek bir gecedir. Recep ayı içerisinde bulunan bir başka mübarek gece de Mirac gecesidir. Mirac gecesi, Allah Teâlâ’nın, sevgili kulu ve rasûlü Hz. Muhammed (s.a.s.)’i ; Mekke’deki Mescid-i Haram’dan, Kudüs’teki Mescid-i Aksa'ya götürdüğü(5) ve oradan da göklerin derinliklerine yükselttiği gecedir. Mirac gecesi, Yüce Allah’ın, Peygamberimiz’e büyük hakikatlerin ilâhî sırlarını gösterdiği , vasıtaları kaldırarak ilâhî vahye muhatap kıldığı, kendi ayatını ve kainatın sırlarını seyrettirdiği, mü’minlere beş vakit namazın farz kılındığı ve biz müslümanlar için de ilâhî lütuflarla dolu olan feyizli bir gecedir. Üç ayların ikincisi olan Şaban ayı ve onun 15. gecesindeki Berat Kandili de Mü’minlerce kutsal sayılmış , bu gecenin , diğer gecelerden farklı bir şekilde geçirilmesi, bu gecede daha fazla ibadet edilmesi adet halini almıştır. Bu gece hakkında Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir. “Allah Teâlâ, Şaban’ın 15. gecesi, -rahmetiyle- dünya semasında tecelli eder ve Kelb Kabilesi koyunlarının kılları sayısından daha fazla kişiyi bağışlar.”(6) “Şaban ayının ortasında (Berat gecesinde) gece ibadet ediniz, gündüz oruç tutunuz, Allah o gece , güneşin batmasıyla dünya semasında tecelli eder ve fecir doğana kadar, yok mu benden af isteyen, onu affedeyim; yok mu benden rızık isteyen ona rızık vereyim; yok mu bir musibete uğrayan, ona afiyet vereyim; yok mu şöyle, yok mu böyle!, der”(7) Bir kısım alimlerin, kıblenin Kudüs'teki Mescid-i Aksa’dan , Mekke’deki Kabe istikametine çevrilmesinin (8), Hİcret’in ikinci yılında Berat Gecesi’nde vukû bulduğunu kabul etmeleri de bu geceye ayrı bir önem kazandırmıştır. Bu rivayetlerle, Hz. Peygamber'in Şaban ayına ve özellikle bu ayın onbeşinci gecesine ayrı bir önem vererek, onu ihya ettiğine dair diğer rivayetleri gözönüne alan İslam alimleri, bu geceyi ibadetle geçirmenin sevaba vesile olacağını söylemişlerdir.(9) Üç Ayların sonuncusu olan Ramazan ayı ve onda bulunan Kadir Gecesi’nin ise dinî hayatımızda ayrı bir yeri ve önemi vardır. Ramazan ayı faziletlerle dolu bir aydır. Ramazan ayı, hayır ayı, yoksullara ve düşkünlere yardım ayı ve bütün anlamıyla Kur’an ayıdır. Ramazan’ın diriltici özelliği, bütün insanlığı huzura ve mutluluğa kavuşturmak için yeryüzüne gönderilen Kur’an-ı Kerim’in bu ayda inmeye başlamasından(10), bin aydan yani seksen küsur yıllık bir ömürden daha hayırlı olan Kadir Gecesi'nin(11) bu ay içerisinde bulunmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, İslam’ın beş esasından biri olan Oruç, bu aya tahsis edilmiştir.(12) Ramazan ayının, günahkar kullar için, yeniden kendine gelme, canlanıp ayağa kalkma ve şeytanın vurduğu prangayı koparma fırsatı verdiğini de Hz. Peygamber şöyle belirtir: "Ramazan ayı gelince, cennet kapıları ardına kadar açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur.”(13) Böylece Ramazan ayı, diğer aylar içerisinde bir başka aydır, sanki yeni bir hayatın başlangıcıdır. Hayatımızın kazandığı ve kazanacağı yeni boyutların filizleneceği önemli bir devredir. İnsanî ve sosyal iIişkilerimizin daha güzel hüviyet kazanacağı bir zaman dilimidir. Ramazan ayının, özellikle Müslüman Türk toplumunun dinî hayatında müstesna bir yeri vardır. Türkler, Ramazan’ı yılda bir defa gelen önemli bir misafir olarak kabul eder ve hazırlıklarını buna göre yaparlar. Her yıl Ramazan ayı yaklaşırken neşe, hareket ve bir canlılık görülür. Toplum geleneğimizin canlı ve dipdiri bir tezahürü olarak Ramazan; yıllık takvimimiz içinde hatırı sayılır bir ağırlığa sahiptir. Ramazan; aylar içinde sultanlıkla taltif edilen bir payenin sahibi olarak, kandillerle karşılanıp, bayramlarla uğurlanır. İftar, sahur ve teravih gibi ibadet neşvesinin ötesinde manalar taşıyan merasimleriyle de sultan olmanın ayrıcalıklarını yaşar. Daha kendisi gelmeden önce, kandilleri gönderip; sonra kendileri teşrif eden sultan ay Ramazan, sosyal iklimde meydana getirdiği değişiklik ve yumuşamayla da istisnai bir imtiyaza sahiptir. Üç Aylar diye adlandırılan Recep, Şaban ve Ramazan ayları Yüce Allah’ın ruhumuza ikram ettiği faziletli ve feyizli bir zaman dilimidir. Yapılan dileklerin dalga dalga Allah’a ulaştığı, dökülen pişmanlık gözyaşlarının günahları silip yokettiği kandiller geçididir. Melekî olduğu kadar, şeytanî özelliklere de sahip, günah işlemeye müsait olan insanın, günahlarından temizlenmesi için Üç Aylar bir fırsattır. Kısaca Üç Aylar, günahlardan arınma, sevaplarla bezenme mevsimidir. Ramazandan önce oruçla buluşanlar, Cuma Namazına koşanlar, namaza başlayanlar, ibadetlerini çoğaltanlar, tevbe ile Allah’a yaklaşanlar... gibi manevî kazanç elde edenlerin çokça görüldüğü anlardır üç aylar. İnsanoğlu, yaşadığı günlerde farklılıklar olmazsa belli alışkanlıklarıyla hayatını sürdürür. Fakat alışkanlıklarının dışında ve farklı durumlarla karşılaşırlarsa kendine bir çeki düzen verir. İşte idrak edeceğimiz üç aylar ve bu aylar içerisinde bulunan mübarek geceler, mü’minin hayatındaki mutad gün ve geceler arasında, fazlasıyla sevap kazanacağı kıymetli zaman dilimidir. Unutulmamalıdır ki, insan bu dünyada nasıl yaşamışsa, kıyamet gününde Allah’ın huzuruna, dünyada işledikleriyle birlikte varacaktır. Götürdükleri iyi ise sevinip mutlu olacak; kötü ise pişmanlık duyarak mahcub olacaktır. Ancak bu mahcubiyetin orada faydası da olmayacaktır. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: "Ey iman edenler! Allah'tan korkun, herkes yarın için ne hazırladığına bir baksın; Allah'tan sakının, çünkü Allah, işlediklerinizden haberdardır.''(14) Önümüzdeki üç ay içerisinde gündelik hayatın tek düzeliğinden ve sıradanlığından bizleri alıp, kendi hususi atmosferine götüren bu güzel ve özel günleri ardarda yaşayacağız. Güzel ülkemizin insanları, kandil, Ramazan ve Bayram gibi bu hususi zamanları, sosyal barışın ve sükunetin bir vesilesi sayarak karşılıklı sevgi ve hoşgörüyle karşılayıp uğurlayacak, kendi inanç ve değerlerini yaşama ve yaşatmayı, bizzat yaşayarak öğreneceklerdir. Hayatımızda adeta otokontrol sisteminin kurulmasına vesile olan mübarek Üç Aylar ve kandiller, dünyevî meşguliyetlerimizden sıyrılıp, yaratılış gayemizi düşünmemiz; Yaratan ve yaratılanlarla olan münasebetlerimizi de güçlendirmemiz için son derece değerIi fırsatlardır. İşte idrak edeceğimiz mübarek Üç Aylar, Yaratıcımıza, ailemize, çocuklarımıza, milletimize ve bütün insanlığa karşı görev ve sorumluluklarımızı hatırlatmalı, hata, ihmal ve kusurlarımızdan dönmemize, gaflet uykusundan uyanmamıza vesile olmalıdır. Aramızdaki çekişmeleri, tefrika ve ihtilafları, şahsî menfaat hesaplarını, basit düşünce farklılıklarını bertaraf etmeli; her zamandan daha çok muhtaç olduğumuz ve Yüce Dinimizin bizden ısrarla istediği , barış, hoşgörü, kardeşlik, birlik ve beraberliğimizin güçlenmesine, insanî ve ahlakî meziyetlerin yeniden yeşermesini sağlamalıdır. Bütün okuyucularımızın Üç Aylarını ve Regaib Kandillerini tebrik eder, Cenab-ı Hak’tan hayırlara ve mutluluklara vesile olmasını dilerim.
KAYNAK
1- Tevbe, 36.
2- Buhârî, Tefsir, Sûre, 8,9, Bed'ûl-Halk, 2, Megazi, 77, Edâhî, 5, Tevhid, 24; Müslim, Kasâme, 29; Ebu Davûd, Menâsik, 67; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. l, s. 37, 73.
3- Aclûnî, Keşfü’I-Hafâ, c. l, s. 423, Hadis No:1358.
4- Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. l, s. 259; KeşfüI-Hafâ, c. l, s.186, Hadis No: 554.
5- Bkz. İsra, 1.
6- Tİrmİzi, Savm, 39; İbn-i Mâce, İkâme, 191, Hadis No:1388.
7- İbn-i Mâce, İkâme, 191, Hadis No: 1388.
8- Bakara, 144.
9- T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, “Berat Gecesi” Maddesi, c. 5, s. 475-476.
1O- Bakara, 185.
11- Kadir, 3.
12- Bakara, 185.
13- Buhârî, Savm, 5; Müslim, Sıyam, 1-2.
14- Haşr, 18.