26 Şubat 2009 Perşembe

ÖRTÜLEN GERÇEKLER

Bizlere “dinci” diyen “dinsiz”lerle tartışmak abesle iştigal; çünkü onlar, içinde yaşadıkları evrensel sistemi “oku”makta özürlüler!.

Onlar, “DİN” konusunu tartışabilecek yeterli veritabanına sahip olmadıkları için, bırakın onları bir yana da; Dünya’da insanları “robotlaştırma”da olağanüstü başarı gösteren müslüman “güdücü”lerin başarısına bir göz atın!

Tarihte hiçbir devirde gerçekleşmemiş böylesine “insanları robotlaştırma” evresi!.. Yetersiz “güdücü”ler eliyle günümüzde yüzmilyonlarca “müslüman robot” üretimi gerçekleştirilerek, evrensel bir başarıya(!) imza atılmıştır!.

Yeryüzünde açığa çıkmış en muhteşem bilgi kaynağı Kurân-ı Kerîm ve Yeryüzünde yaşamış en muhteşem İnsan ve dahi sonsuzluğun en muhteşem Ruhu Hazreti Muhammed (aleyhisselâm)’a tarihte hiçbir devirde bu kadar zulmedilmemiştir…

Bu zulmü yapan, o muhteşem Zât’ı inkâr edenler olsa, ne gam!.. Onlar zaten ne O’nu severler, ne inanırlar, ne de “ne demiş” diye sorgularlar!. Onları dile alıp da kınamak dahi zaman ve nefes israfı olur!

Âlemlere rahmet olarak açığa çıkmış (irsâl olmuş) o muhteşem Zât’a ve öğretisine zulmedenler, maâlesef, ne yazık ki bir sürü Müslümandır!.

“Robotlaştırılmış Müslüman”lar!.

“OKU”mayan, ağzından çıkan kelimelerin anlamından şuurunun haberi olmayan, aklını kullanmayan kişiler!

Ne kadar korkunç bir vebâl altında olduklarını farkedemiyecek ölçüde perdelilik ile yaşayan “güdücü”ler!.

“Sakın düşünme!”, “Hikmetini araştırma!”, “Sorgulama!”, “Aklını kullanma!”, “Nedenini kurcalama!”, “Anlamaya çalışma!” denerek beyinlerinin işlevi, basîretleri köreltilen Müslümanlar!

Kurân-ı Kerîm, “ilimle diri olun”; “yeryüzünde halifesiniz (kadın-erkek ayrımsız olarak)”; “düşünün, misâllerle anlattıklarımızın neye işaret etmekte olduğunu fark ve keşfedin”, derken; “güdücüler”, insanları beyinsiz yaşama programlamak için ellerinden geleni yapıyorlar, taaa çocukluklarından başlayarak…

Artık o “robotlaşmış Müslümanlar”, tıpkı hipnoza girmiş insanlar gibi, “güdücü”lerinden gelen hitap ve emir dışında hiçbir şeye kulak vermez oluyorlar!.. Rasûlullah (aleyhisselâm)’ı bile, “güdücü”leri nasıl anlamalarını istiyorsa öylece kabulleniyorlar!.

“Teşbih”tir deyip, örtüyorlar!.. “Tenzih”tir deyip ötelere yerleştiriyorlar!..

Kelimelerle boğuyorlar, insanları!.. Kelimelerin işaret etmek istediği anlamlara, tefekkür yelkeni açtırmak yerine!

“Bilgi”, gereği kavranmak, işareti fark edilmek, üzerinde düşünülüp yeni açılımlar edinilmek; sonuçları hissedilip yaşanmak için, “anahtardır”!.

Bilgi, ezberlenip tekrar edilesi yük değildir, hammallığı yapılası!

Kurân, “akıl sahibi insanlara” hitap eder; “robotlaştırılmış”, şuursuzca yaşayanlara değil!

Kurân isimli muhteşem bilgi kaynağı, insanlar anlamını anlamadan, kuru kuruya ezberleyip tekrar etsinler diye gelmemiştir!.

Robotlar namazın hareketlerini taklit edip Kurân’ı ezbere okurken, Müslümanın robottan farkı ne olacaktır?

“Robotlaştırılmış” olanlar, neslin kayıplarıdır!. Geçip gidiyorlar veya gidecekler öylece de!..

Onları “neslin kayıpları” hâline getirenler, yüklendikleri vebâlin azametini zerre kadar fark edebilseler; bu işlevleriyle, O muhteşem insan Allah Rasûlü ve son nebîsi Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’a nasıl zulmetmekte olduklarını fark edebilseler, belki de akıllarını kaçırırlardı!.

Bir yandan “sevgili peygamberim ben seni çok seviyorum” deyip; ardından da insanları, “aman o bilgileri sakın okumayın, araştırmayın, sorgulamayın, sonra kafanız karışır, imanınızdan olursunuz” diyerek Rasûlullah’ın getirdiklerini farketmekten anlamaktan, uzaklaştıranlar; büyük çoğunlukla yaptıklarının veya söylediklerinin nereye uzandığının bilincinde bile değillerdir!. Ne var ki güdülenler bu yüzden kaybettiklerini asla geri alamayacaklardır.! Sistemde mazerete yer yoktur!

“La ilahe illallah”ın anlamını, “en büyük tanrı bizim tanrı başka büyük yok!” ilkelliğiyle Müslümanlara enjekte edip, Rasûlullah’ın tüm düşündürtme işlevini ortadan kaldıran; sonsuza dek en muhteşem bilgi kaynağı olarak kalacak Kurân’ı, gökten gelmiş –pardon inmiş– “fermanname” anlayışıyla örtüp işlevsiz hâle getirenlere daha ne denebilir ki!.

Rasûlullah (aleyhisselâm), “halife”siniz uyarısıyla “salât”ı yaşamayı (namazı ikameyi) öğretirken… Bugün, her tarafta namaz kılan(?) robotların(!) nasıl yatıp kalkacağının programlanması bilgisi yayılıyor!!!

Tevhid anlayışının açıklayıcısı Allah Rasûlü ve Nebîsi İbrahim aleyhisselam, “Rabbiy cealniy mukıymes salati ve min zürriyetiy” yani, “Rabbim bende salât yaşamayı oluştur; benden meydana gelen nesillerde de” diye dua ederken; ve bu olay, bize bir ibret ve tefekkür vesilesi olsun diye Kurân’da vurgulanırken… Biz, yalnızca, “robotların namazının” propogandasını yapıp; “salâtın (namazın) nasıl yaşanılacağı” hakkında tek söz etmiyoruz!

“Din”in direği salât (namaz)!

“Müminin mirâcı salât (namaz)!

Şuurda yaşanılası bir muhteşem olay salât!. Yalnızca bedensel hareketler değil!.

“La ilâhe illalah”ıkavrayamamış beyinler “Allah” ismiyle işâret edileni anlayamaz!.

“Allah” ismiyle işâret edileni fark etmemişler, HU’nun “EKBER”iyetinin anlamını hiç düşünemez!.

“Allah” ismiyle neye, nasıl işâret edildiğini anlamamış “robotlaştırılmış”ların, “Bi-ismi Allah” demesi de mümkün değildir; “Rahman-ir Rahîm”i fark edebilmesi de!.

“Fatiha’sız namaz olmaz” vurgulamasının, olayın sesli kelime tekrarı olmadığını anlattığını da anlayamaz; düşünmekten – sorgulamaktan, anlamaya çalışmaktan “KAFAN KARIŞIR!” diye perdelenmiş olanlar!. Bunun anlamının, “Fatiha’nın mânâsını idrak edip hissedip yaşamadan, namazın ikame edilmiş olmaz”; uyarısı olduğunu hiç düşünmezler!

Yazık!.. Yüzmilyonlarca yazık!...

“Güdücü”ler ve “güdülen”ler, Allah’ın kendilerine bahşetmiş olduğu en muhteşem bilgi "Kurân'ı okumaktan", en büyük nimet “salâtı (namazı) yaşamaktan” mahrum olarak gidiyorlar bu dünyadan, öte yaşam boyutuna!.

“Kurân’ı OKUmayı”, Arapça harfleri doğru telaffuz etmek olarak düşünmenin ötesine geçemediklerinden; öylece şartlandıklarından!.

“Salât”ı (namazı), tanrıya tapınmak, ya da kibarcasıyla “Allah’a tâ’zim” olarak düşünmenin ötesine geçemediklerinden; öylece şartlandıklarından!.

“Allah’a ibadet içindir salât (namaz)”!.

“Tanrıya tapınmak için” değildir namaz!

“Allah’a ibadet”, kulluğunun idrakında olmak demektir!.

“KUL”luğunun idrâkında olmak demek; tüm varlığının, vücudunun, “ben”liğinin, O’nun esmâsından var olduğunu, bunun ötesinde mutlak bir “hiç”likten ibâret olduğunu bilmek, hissetmek, yaşamak demektir!. Esmâsına sınır koymamaktır “KUL”luk!.. (Bunun anlamını çok iyi düşünmek gerek; zirâ “şirki hafî” yani “gizli şirkin” sebebi budur.)

“İhlâs” ve “Fâtiha” sûreleri, mümine bu gerçeği kavratıp yaşatmak için gerekli olan her inceliği açıklayan Kurân’ın, özü mahiyetindeki bilgiyi ihtiva eder.

Bunların anlamını kavrayıp yaşayan, “ben”liğinin hakikatine ererek, “ben”inin O mutlak vücutta “yok”luğunu hissedip yaşar! Salâtı (namazı), ikâme edilmiş olarak, mirâc olur!.. Mirâcı tamam olur!.

Tüm bu anlattıklarımız, daha, Rasûlullah (aleyhisselâm) ’ın bize açtığı muhteşem güzelliklerin kapısıdır… İçeri girenler için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir dilin anlatmadığı nîce güzellikler daha vardır!.

Dünyada basîreti kör olan, âhırette de kör olacaktır!. Bu sistemin, “sünnetullah”ın gerçeğidir!.

Allah kimin selâmetini dilemişse, o kişi bu yazdıklarımızı iyi düşünür ve yaşamına ona göre yön verir yeni baştan!.

“Huzuruna çıkan” hüsrandadır!.

“Huzurda olmanın sonuçlarını yaşayan”, yanmaktan azâd olmuştur!

“Huzurdan uzaklaştırılmışlığı” yaşayanın alâmeti, çeşitli indî, nefsanî, şeytanî gerekçelerle yaptığı dedikodu ve gıybetle ömür tüketmesidir!.

Lutfa ermişliğin sonucu, beş duyu kayıtlarından azâde, tefekkürün kanatlarıyla, esmâ aleminin özelliklerinin açığa çıkışını seyirdir!.

Gözünle, görebildiklerini seyrediyorsun…

Ya göremediğin diğer görünmezleri, mesafe kaydından beri olarak diğer sistemlerdeki yaşayanları görebilseydin; daha doğrusu algılayabilseydin de, beynin o algıladıklarını da görüntüye çevirebilseydi!..

Hele hele…

Algılama sisteminle, yalnızca yaşadığın sistemi değil, galaksi veya evreni değil; tüm semâlardakileri; yani katmanlardakileri; yani hücreler boyutundaki bilinç türlerini yaygın ve katmansal olarak; yani moleküler boyuttaki bilinç türlerini yaygın ve katmansal olarak; yani atom altı katmanların bilinç türlerini yaygın ve katmansal olarak algılasaydın aynı anda da; beynin onları da görüntüleyebilseydi!..

Fesubhanallah!

Allahu ekber!.

Gel dostum… Ne olursan ol, gel tefekkür dünyasına, aklını değerlendirenler arasına!.

Bırak taklitçiliği!

Bırak, “kafan karışsın”!.. Denizler durulmaz dalgalanmadan!.

Elbette, şartlandırıldığın yanlışlar, eksikler, yetersizlikler, gelen doğru bilgilerle karşılaşınca karışacaktır!. Kafan, allak bullak olacaktır!.

Katarakttan kurtulmak istiyorsan, ameliyatı kabulleneceksin!.

Ameliyattan korkarsan kör kalırsın!.. Bunu anla artık!.

Körler, baskı yaparlar sana; ameliyatı kabullenip, “gören”ler ve sonuçlarını yaşayanlar arasına katılmaman için!.

Bir düşün ne olur, biraz gerçekçi ol!

İster Gavsı âzam Abdulkadîr Geylanî, ister Şahı Nakşıbend, ister Hacı Bektaşı Velî; ister bir başka değer verdiğin…

Bunlar veya bunlar gibi nîceleri, “kör”ler âleminden kaçıp, öte âlemde ebedî olarak kör olmamak için Rasûlullah (aleyhisselâm)’ın getirdiklerini ve o Muhteşem Bilgi Kaynağı Kurân’ı değerlendirip “mukarreb” olmuşlar.

Müslümanlık, “gardırop” ve “kıl” dini değildir!.

Olay, kıyafet ve yüzdeki kılların şekli olayı değildir!

“Kişi kendini benzettiği kavimdendir” uyarısını yapan RASÛLULLAH’tır; ki Rasûlü olduğu ALLAH, açıkladığı Bilgi Kaynağında şunu vurgulamaktadır:

“Allah sizin suretlerinize değil ŞUURUNUZDAKİNE (kalbinizdekine) bakar”!

Yetersiz bilgisi olan “güdücüler” sizi bedene dönük boyutla kayıtlarken, “YAŞANILASI” nasıl bir muhteşemlikten perdelendiğinizi ne zaman fark edeceksiniz?..

Allah, Dünya’da yaşamış en muhteşem insan, Rasûlü Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ın açıkladıklarının hakikati doğrultusunda şuurumuzdakileri yenilemeyi kolaylaştırsın!.
KAYNAK

20 Şubat 2009 Cuma

ÖLEN Mİ ÖLDÜREN Mİ ?

Birisi, kızgınlıkla anasına hançerleyerek, döverek öldürdü. Biri ona “ Huyunun kötülüğü yüzünden ana hakkını gözetmedin. Çirkin herif, ananı neden öldürdün! Niye söylemiyorsun, o sana be yaptı ki?” dedi. Adam “ çok ayıp bir iş işledi,bende onu öldürdüm. Ayıbını toprak örtsün” diye cevap verdi. Kınayan “Be adam, ananı öldüreceğine o kişiyi öldürseydin”deyince dedi ki: “her gün başka birisini mi öldüreyim?

Onu öldürdüm, halkın kanına girmekten kurtuldum, halkın boğazını boğazını keseceğime onu boğazladım, bu daha iyi!” O kötü huylu ana, fesadı her tarafta zahir olan nefsindir. Her an onun için bir azize kastedip duruyorsun; kendine gel, onu öldür! Onun yüzünden bu güzel dünya sana dar geliyor. Onun yüzünden Tanrı ile de savaşıyorsun, halkla da.

Nefsini öldürürsen özür serdetmeden kurtulursun, ülkede hiçbir düşmanın olmaz. Bir kimse peygamberlerle velileri düşünüp sözümüzden şüpheye düşer. “Peygamberlerin nefisleri helak olmamış mıydı? Onların neden düşmanları vardı, onlara niye haset ediyorlardı?” derse, Ey doğru söz arayan, kulağını aç!

Bu şüpheye, bu tereddüde vereceğimiz cevap şu: O münkirler kendilerinin düşmanlarıydı; onlar kendilerini yaralıyorlardı. Düşman, ona derler ki cana kastetsin. Kendi kendisine can çekişene düşman demezler. Yarasacağız, güneşin düşmanı değildir, hicaba girmiş,kendi kendisine can çekişene düşman olmuştur. Güneşin ziyası onu öldürür; fakat güneş, yarasanın zahmetini hiç çeker mi, yarasa güneşe bir kötülükte bulunabilir mi?

Düşman ona derler ki ondan bir azap,bir eziyet gelsin; kabiliyeti olan taşın güneş tesiriyle lal olmasına mümanaat etsin! Halbuki kafirlerin hepsi de peygamberlerin cevherlerindeki ziyadan kendilerini men ederler.! Halk nasıl olur da o tek kişinin gözüne perde olur? Bilakis kendi gözlerini kör eder, kendi gözlerini kötü bir hale sokarlar.

Efendisiyle inada girişip kinlenerek kendisini öldüren Arap köle gibi! Köle, sahibine ziyan vermek için kendisini damdan baş aşağı yere atar,helak olup gider! Hasta, doktora düşman olmuş; çocuk, kendisini terbiye edene düşmanlık beslemiş;( zarar kime?)! Hakikatte hasta da çocuk da kendi yolunu vurmakta, kendi akıl ve canının yolunu kesmektedir. Bez yıkayan, güneşe kızar;balık, denize hiddet ederse,Bir bak,ziyanı kime? Sonunda bu kızgınlık yüzünden kimin bahtı kararır? Tanrı seni çirkin yarattıysa kendine gel de bari hem yüzü çirkin, hem huyu çirkin olma!

Ayakkabın olsa bile taşlığa gitme. İki boynuzun varsa dört boynuzlu olma! Sen “ Ben filan kişiden daha aşağı mıyım ki talihim böyle ters gidiyor” diye haset ediyorsun ama, Esasen haset de başka bir noksan, başka bir ayıp. Hatta bütün aşağılıklardan daha beter! Şeytan da aşağı olmadan arlandı, bunu ayıp telakki etti de kendisini yüzlerce kötülüğe düşürdü.

Hasedinden yücelmek istedi. Fakat yücelik nerede? Kanlara bulanıp kaldı. Ebu cehil, Muhammet’e uymaya utandı,hasedinden kendisini yüceltmeye,ondan yüksek olmaya çalıştı. Adı Ebül Hakemdi Ebu cehil oldu. Nice ehliyetli kişiler vardır ki haset yüzünden na ehil olup kalmışlardır. Ben bu çalışıp çabalama dünyasında iyi huydan daha iyi bir ehliyet görmedim. Fazileti, mahareti,hüneri bir tarafa bırak.

Bu yolda hizmet ve iyi huy işe yarar. Tanrı,mihnet ve ıstıraplarla hasetler meydana çıksın diye peygamberleri vasıta etti. Çünkü Tanrıdan kimse arlanmaz, Tanrıya kimse hasedetmez. Fakat, halk, Peygamberi de kendisi gibi bir adam sanır, o yüzden ona hasededer. Fakat peygamberlerin büyüklüğü tahakkuk etti mi, artık ona kimse hasededemez, ona herkes uyar. Şu halde her devirde peygamber yerine bir veli vardır, bu sınama kıyamete kadar daimidir. Kimde iyi huy varsa kurtulmuştur; kimin kalbi sırçadansa sınmıştır.

İşte diri ve faal imam, o velidir, ister Ömer soyundan olsun, ister Ali soyundan! Ey yol arayan, Mehdi de odur, Hadi de o. Hem gizlidir hem senin karşında oturmakta. O, nura benzer; akıl onun Cebrail’idir. Ondan aşağı olan veli de onun kandilidir.

Bu kandilden daha aşağı derece de olan veli de kandil konan yerimizdir. Nura mertebe bakımından dereceler vardır. Çünkü Tanrı nurunun yedi yüz perdesi vardır. Nur perdelerini bu kadar kat bil1 Her perdenin ardında bir kavmin durağı var. İmama kadar bu perdeler saf saftır.

Son saftakilerin gözleri, zayıflıktan ön saftakilerin nuruna tahammül edemez. Ön saftakilerin gözleri de görüş zayıflığı yüzünden daha ön saftakilerin nuruna takat getirmez. İlk saftakilerin hayatı olan aydınlık, bu şaşının ruhuna azap ve afettir. Şaşkınlıklar yavaş, yavaş azalır; adam yedi yüz dereceyi geçti mi deniz kesilir. Demiri, yahut altını saf bir hale getiren ateş, terü taze ayva ve elmaya yarar mı?

Ayva ve elmanın da az bir hamlığı olabilir, fakat demire benzemezler, hafif bir hararet isterler. Halbuki o hararet, o, şuleler, demir için kafi değildir. Çünkü demir, ejderha gibi olan ateşin yalımını ister. O demir meşakkatlere tahammül eden fakirdir. Çekicin altında, ateşin içinde kıpkırmızı bir hale gelir, ondan hoşlanır. Bu çeşit fakir, ateşin vasıtasız perdecisidir, vasıta ve vesile olmaksızın ateşin ta ortasına kadar girer. Fakat su ve su oğulları, hicap olmaksızın, bir vasıta bulunmaksızın ne ateşten olgun bir hale gelirler, ne ateşin hitabına mazhar olurlar.

Ayağa yürümek için nasıl ayakkabı lazımsa bunlara da ateşten feyz almak için bir tencere; yahut tava lazımdır. Yahut da ortada bir yer gerektirir ki hava ısınsın, kızsın da harareti suya müessir olsun. Fakir ona derler ki şulelerle vasıtasız rabıtası vardır. Hakikatte alemin gönlü odur. Çünkü ten (gibi olan aleme) bu gönül vasıtasıyla feyz gelir, ten (gibi olan cihan), bu gönül yüzünden işe yarar. Gönül olmasa ten, konuşmayı ne bilir? Gönül aramasa ten, araştırmadan ne anlar? Demek ki şulelerin nazargahı o demirdir. Şu halde Tanrının nazargahı da gönüldür, ten değil! Sonra bu cüzi olan gönüller de hakiki maden olan gönül sahibinin gönlüne nispetle ten gibidir. Bu söz, çok misal ister, çok şerh ve izah ister. Fakat avamın anlayışı sürçer diye korkuyorum.

Bu suretle iyiliğimiz kötülük olmasın. İyilik yapıyoruz diye kötülükte bulunmayalım, bu söylediğim de ancak kendimde olmadığından,ihtiyarım elimde bulunmadığından.Çarpık ayağa çarpık ayakkabı daha iyi, yoksulun eli ancak kapıya varır.Kaynak:Mesnevi Cilt 2

12 Şubat 2009 Perşembe

Hastalıklardan korunma rehberi


Bu aylarda kırmızı lahana, turuncu havuç, beyaz lahana, yeşil brokoli, elma... Yazın da kırmızı domates, mor patlıcan, yeşil fasulye ve diğerleri... Ancak renkli beslenirken mevsime ait sebze ve meyveleri tüketmek önemli. Uzmanlar sebze ve meyvelerin içerdikleri beta-karoten gibi renkli maddelerin, anti oksidan özellikleri nedeniyle kanser riskini azalttığı konusunda hemfikirler. Avrupa Kanser Araştırma Merkezi'nin (EPIC) verileri de bunu doğruluyor. Bu yüzden ajandanıza günde 5 porsiyon meyve sebze yeme ve bunların da farklı renkte olmasına dikkat etme notunu düşebilirsiniz.


Gün içinde vücut ağırlığınızla orantılı olarak, her bir kilo için yaklaşık 35 - 40 miligram oranında sıvı tüketmeniz öneriliyor. (Örneğin 60 kiloysanız günde 2-2,5 litre sıvı tüketmeniz gerekir.) Sıvı tüketiminin eksik olması halinde organlardaki oksijen ihtiyacı artar ve kan basıncı düşer. Bu da baş ağrıları ve kalp sıkışmasına neden olabilir. Diğer yandan içmeniz gereken sıvı miktarının tamamının sudan karşılanması gerekmiyor. İçtiğiniz çorba, yediğiniz meyve-sebzeyle de sıvı ihtiyacının bir kısmı zaten karşılanıyor. Bunun yanı sıra içeceğiniz su, süt, ayran ve bitki çayları ile günlük sıvı gereksinimini karşılamış olursunuz. İyi bir öneri:
Domates suyu içmek. (Hem sıvı ilave olarak da C vitamini almış olursunuz. Karabiberle mükemmel bir tat kazanıyor.)


Spor yapmamak için her zaman bahaneler bulan bireyler olarak en azından kaslarımız için bir şeyler yapmamız gerekiyor. Çalışırken ofiste sürekli oturmak ve çok az hareket etmek durumunda kalıyorsanız, bu açığınızı kapatacak egzersizleri mutlaka önemsemeniz gerekiyor. En azından gün içinde 10-15 dakika kendiniz için zaman ayırın ve sırt, kalça ve karın kaslarınızı hareket ettirin. 40'lı yaşlardaysanız bu tarz egzersizler çok daha önem kazanıyor. Çünkü artık kaslarınızın yağ duvarlarıyla kaplanması ve önleminin alınması için geri dönülmez bir sürece girmektesiniz.


Uzmanlar, bir dakikalık gülüşün neredeyse 45 dakikalık bir gevşeme egzersizi ile eşdeğer olduğu kanısında. Strese karşı mücadelenin sürekliliği için de oldukça gerekli bir eylem bu. Üstelik unutmayın; gülünce mutluluk hormonuyla birlikte ağrılarınızı azaltacak maddeler de salgılanıyor.


Beynimiz de bedenimiz de zinde kalmak için yeniliklere ihtiyaç duyar. Evde, işyerinde, her yerde... Her zaman siyah bir kazak giyiyorsanız, 1-2 gün farklı bir rengi denemeyi, ara sıra dişlerinizi sol elle fırçalamayı, en iyi bildiğiniz kestirme yol yerine yeni bir yoldan gitmeyi, selam vermediğiniz birine gülümseyip "günaydın" demeyi, işyerinde bir fark yaratmayı deneyin ve neler olacağını gözlemleyin. Tekdüze hale gelen alışkanlıkları kırmanın bir diğer etkili tarafı da, daha uzun bir ömür yaşamayı mümkün kılmasıdır. Neden acaba? Düşünüp, bunu da günlük ajandanıza not edin.


Geceleri uyuduğunuz odanın ısısı 18 derece olmalıdır. Deliksiz bir uyku ve düzenli nefes alışverişi için en ideal oran budur. Kış aylarında ise dışarısı ne kadar soğuk olursa olsun, kısa süreli bile olsa en az beş kez, içinde bulunduğunuz alanları havalandırmanızda fayda var. Böylece daha çok oksijen almış ve mekan içinde oluşan mikropların tutunmasına da engel olmuş olursunuz.

Hesap kitaplarla geçen yoğun iş temposundan kurtulmak için zamanı doğru ayarlayıp, iyi bir yönetim planı çıkarmak gerek. Böylece neyi ne zaman yapacağınızı bilerek en azından stresin de önüne geçmiş olursunuz. Masaja gidin: Duruş bozuklukları ve sırt ağrılarından şikayet ediyorsanız, daha fazla vakit kaybetmeden hem bedeninize hem de ruhunuza iyi gelecek bir masajı aylık listenize dahil edebilirsiniz. Ayrıca bu tarz gevşetici ve rahatlatıcı uygulamalar sayesinde kan basıncınız da doğal ritmini bulacaktır. Konsere ya da tiyatroya gidin: Bu, sevdiğiniz bir sanatçının konseri ya da klasik bir müzik konseri de olabilir. Önemli olan, ruhunuzu sesleyecek ve size keyif verecek bir aktiviteye her ay katılmaya çalışmanız. Üstelik kitap okumak da bu madde kapsamında iyi gelecek aktivitelerden biridir.

Amerika'da yapılan araştırmalardan elde edilen bulgularda, başkalarına yardımcı olmaya çalışan ve birbirine çözüm üreten kadınlar arasında dayanışma duygusuyla paralel olarak depresyon ve menopozun getirdiği sıkıntıların hafiflediği görülmüş. Baş ve mide ağrılarının ise neredeyse kesildiği gözlemlenmiş.