31 Aralık 2008 Çarşamba

İnternet Bağlantı Sorunlarının Çözümleri

Kesintisiz bir internet bağlantısı hepimizin hayalidir. Ne yazık ki internet erişimimiz çeşitli nedenlerle kesintiye uğrayabiliyor. Peki bağlantınızı en kısa sürede geri getirmenizi sağlayacak yöntemleri biliyor musunuz?

1. Fiziksel bağlantılar

İlk sırada denemeniz gereken bu yöntem tabii ki en basit ve en geçerli olanı: her şeyin doğru yerine bağlı olup olmadığını kontrol edin. Bağlantınız tamamen kesilmeden önce yavaşlamaya veya gidip gelmeye başladıysa, sorun büyük ihtimalle internet servis sağlayıcınızdan ya da işletim sisteminizden değil de donanımlarınızdan kaynaklanmaktadır. Bunu kontrol etmek sizin için çok zor olmamalı. Üstelik üreticiler genelde size yol göstermeleri için ürünlerine çeşitli ışıklı göstergeler eklerler (bkz. Madde 2). Günümüzde ev ağları bile oldukça karmaşık yapılara sahip olabiliyor. Örneğin masanızın altından geçen kablo geniş bant modeminizi router'ınıza, sunucunuza, kablosuz hub'ınıza veya dizüstü bilgisayarınıza bağlıyor olabilir. Böyle bir durumda modeminizi, ADSL kablonuzu, paylaşılan bağlantılarınızı, fiziksel ağ bağlantılarınızı ve kullandığınız tüm aygıtların bağlantılarını tek tek kontrol etmelisiniz.

2. Işıklar

Sürekli yanıp sönen ışıklar ağ aygıtlarının üzerinden asla eksik olmaz. Bu küçük ışıklar donanımınız durumunu sürekli olarak takip edebilmeniz için konmuştur. Standart ağ kartlarında genelde yeşil ve turuncu olmak üzere iki ışık bulunur. Yeşil ışık, iki port arasında elektrik bağlantısının sağlandığını gösterir. Turuncu ışıksa veri akışını ifade eder. Aygıtınızdaki tüm ışıkların anlamlarını öğrenmek için kullanma kılavuzunu incelemelisiniz. Bu ışıklar bağlantı sorunlarının kaynağını saptamanıza yardımcı olabilir.

3. Ağ kartları

Ethernet kartı ya da NIC de dediğimiz ağ kartları, kolay bozulabilen ve bozuklukları zor tespit edilen bileşenlerden biridir. Bozuk bir ağ kartı Windows'ta hala hatasız olarak çalışıyormuş gibi görünebilir veya daha iyi bir ihtimalle, sürücüsü ‘bilinmeyen hata' mesajları vermeye başlayabilir. Bozuk bir ağ kartında sürekli yeşil ışık yanmasına rağmen veri transferi gerçekleşmeyebilir. Böyle bir sorundan şüpheleniyorsanız sisteminizi farklı bir ağ kartıyla test etmelisiniz.

4. IP adresi

İnternete bağlanan her bilgisayara, internetteki diğer sistemlerle iletişim kurabilmesi için otomatik olarak bir IP adresi verilir. Başlat > Çalıştır kutusuna command yazın ve açılan komut istemine ipconfig komutunu verin. İnternet bağlantınız sağlanmışsa burada bilgisayarınıza atanan IP adresini, veya bir router üzerinden internete çıkıyorsanız yerel IP adresinizi görmelisiniz.

5. Kablosuz bağlantı

Kablosuz erişim noktanıza veya Centrino dizüstünüze bağlanmakta zorluk çekiyor olabilirsiniz. Öyleyse ilk işiniz aygıtlarınızın kablosuz güvenlik ayarlarını kontrol etmek olmalı. En fazla probleme sebep olan öğeler MAC filtreleme ve WEP güvenliğidir. MAC filtreleme, ağa bağlanacak aygıtların kısıtlanmasını sağlar. Her ağ kartının değişmez bir donanımsal adresi vardır. Pek çok kablosuz router'da bu adresleri belirterek erişime izin verebilir veya kısıtlamaya gidebilirsiniz. WEP güvenliği ise havada uçuşan verilerinizi şifrelemeye yarar. Şifre, kablosuz bağlantı noktası tarafından belirlenir ve tüm bilgisayarlarla eşleştirilmek zorundadır. Kablosuz erişim sorunlarınızı çözmek için bu iki özelliği geçici olarak kapatmayı deneyebilirsiniz.

6. Hattınız hayatta mı?

Modeminiz sürekli hattan mı düşüyor? Aynı hattı kullanarak bir telefon görüşmesi yapın ve hatta parazit olup olmadığını kontrol edin. Hattınızda oluşan gürültü veri transferini yavaşlatabilir veya bağlantınızın kesilmesine sebep olabilir. Parazitli hatlar için Türk Telekom'dan yardım istemelisiniz, şanslıysanız sorununuzu kısa sürede çözeceklerdir.

7. Meşgul

Hattınıza bağlı paralel telefonda bir görüşme sürerken siz internete bağlanmaya çalışıyor ve doğal olarak bağlanamıyor olabilirsiniz. Ayrıca paraleldeki arkadaşınız da modeminizden gelen telefon çevirme sinyallerini duyacak ve rahatsız olacaktır. Bu nedenle bağlantı kurmaya çalışırken hattın meşgul olmadığından emin olmalısınız.

8. Yavaş modemler

Telefon hatlarımızın doğası gereği internete asla 56kbps hızında bağlanamayacaksınız. Beklemeniz gereken en iyi hız 52kbps olmalı, ancak 40kbps ve üzeri hızlar da normal sayılabilir. Bundan daha düşük bir hızda bağlanıyorsanız hattınızla ilgili bir sorun olması mümkün.

9. Modem sürücüleri

Dahili bir modeminiz varsa ve eski işletim sisteminizden Windows XP'ye terfi edecekseniz, öncelikle modeminizin yeni sürücüsünü temin etmelisiniz. Önceki Windows sürümlerinde kullandığınız sürücüler Windows XP ile uyumsuzdur. Ancak Windows XP'nin çoğu dahili modemi otomatik tanıma konusunda belli bir başarıyı yakaladığını da belirtmeliyiz.

10. Geniş banda geçin

Kesilen bağlantılardan, yüksek telefon faturalarından ve yavaş internet bıktıysanız modeminizi çöpe atmanın tam zamanıdır. www.telekom.gov.tr adresine girerek oturduğunuz bölgede ADSL hizmeti verilip verilmediğini öğrenin ve kendinize uygun bir ADSL tarifesi seçin.

11. ADSL desteği

Yakın zamanda ADSL hizmeti almaya başladıysanız bağlantıyla ilgili çeşitli sorunlar yaşayabilirsiniz. Türk Telekom'un ADSL destek hattı numarası 444 0 DSL'dir (375), ancak hattı düşürmeniz çok zor olacak ve düşürseniz dahi karşınızdaki kişilerin bir PCnet okurunun bilgi seviyesine sahip olmadığını göreceksiniz. Sabırlı, nazik olun ve sorununuzu detaylarıyla anlatmaya çalışın.

12. Router'ı sıfırlayın

Bir router kullanıyorsanız router'ınızı yeniden başlatmayı deneyin. Uzun süre aralıksız çalışan router'lar bazı garip davranışlar sergilemeye başladığı görülmüştür.

13. ADSL ayarları

ADSL ayarlarınızı mı kaybettiğiniz? Türkiye için kullanmanız gereken ayarlar şöyle: VPI: 8, VCI: 35, protocol: PPPoE/LLC veya PPPoA/VC-Mux.

14. Ağ durumu

Windows XP kullanıcısıysanız, gelen ve giden veri akışını takip etmek için ağ durumu göstergesini kullanabilirsiniz. Başlat > Ayarlar > Ağ Bağlantıları'na girin. Bağlantınıza sağ tıklayın ve Durum öğesini seçin.
15. Dış kaynaklı sorunlar

Nadir yaşanan bir durum da olsa, bazen internet servis sağlayıcınızın ve Türk Telekom'un ana bağlantıları kesintiye uğrayabilir. Bu tarz durumlar genelde İSS'nizin web sitesi veya e-posta aracılığıyla size bildirilir, fakat İSS'nizin destek hattından da konuyla ilgili bilgi alabilirsiniz.

16. Sunucu hizmeti

Sadece e-posta veya FTP sunucunuza bağlanırken mi problem yaşıyorsunuz? Öncelikle sunucu adresinizi, kullanıcı adı ve şifrenizi kontrol edin. Ardından sunucunuzla ilgili web sitesine girin ve kesintiyle ilgili bir duyuru olup olmadığına bakın.

17. İlk protokol

Ağ Bağlantıları altında, bağlantınıza sağ tıklayarak Özellikler'i seçin. TCP/IP ve Microsoft Ağları için İstemci protokolleri listede görünür ve işaretli olmalıdır.

18. Yerel ağlar

Ağa bağlı bilgisayarlara birer sabit IP adresi atamanız gerekebilir. Router ayarlarınızı kontrol edin her bilgisayar için dinamik IP havuzu dışında kalan farklı birer IP seçin.

19. NAT

ADSL modem/router'lar da dahil olmak üzere tüm router'larda NAT (Network Address Translation) adlı bir özellik bulunur. Router'ınız uPnP destekliyorsa bu özelliği aktif hale getirmelisiniz.

20. Aşırı yavaşlama

Geniş bant bağlantınıza rağmen web'de sörf yapamaz hale mi geldiniz? İnternet erişiminizi paylaştığınız diğer kişiler bağlantınızı hunharca sömürüyor olabilirler. Ağınızdaki diğer bilgisayarların ne yaptığını kontrol edin ve gerekirse download'larını durdurun.KAYNAK

Yeni yılda tadınız kaçmasın...

Yeni yılınızın zehir olmaması için doğru yemekler hazırlamanız veya menüden doğru tercihler yapmanız önemli.

Yeni yıl denince akla yeni umutlar, yeni heyecanlar ve yeni başlangıçlar gelir. Umut dolu yeni yıla girerken de tatlı bir telaş sarar insanları, yeni yıldan beklenen bereket ve bolluk için bir başlangıç olsun diye yılbaşı sofraları çok çeşitli yiyeceklerle donatılır ya da en zengin menüye sahip yerler seçilip doya doya eğlenilir. Buraya kadar bir problem yok.

Sorun çok zengin menülerdeki yanlış tercihlerin sizin yeni yılı bir hastanenin acilinde karşılamanıza geldiğinde başlıyor.

Yeni yılınızın zehir olmaması için doğru yemekler hazırlamanız veya menüden doğru tercihler yapmanız önemli. Aksi takdirde aşırı yağlı, şekerli, fazla beslenmeye ve aşırı alkol almaya bağlı olarak dayanılmaz mide krampları, barsak problemleri, aşırı baş ağrısı ve alkol komasıyla karşı karşıya kalabilirsiniz.

Özellikle belli bir beslenme planı olan şeker, kalp hastaları ile aşırı kilolu ve kalp ameliyatı olanların yılbaşında en riskli grup olduklarını unutmayıp kesinlikle özel diyetlerinin dışına çıkmamaları gerekmektedir.

Yılbaşı akşamı hazırladığınız sofrada aşırı yağlı yemekler ve kızartmalar yerine, zeytinyağlıları ve salataları tercih edin. Ana yemek olarak fırıne veya ızgarada pişmiş etleri hazırlayabilirsiniz. Aşırı kremalı ve şerbetli tatlılar yerine meyveli tatlılara, sütlü tatlılara ve meyveye ağırlık verin. İçki tercihinizi çok aşırıya kaçamamak kaydıyla şarap ve bira gibi alkolu düşük olanlardan yana kullanın. Yemeğe bir anda yüklenmek yerine yavaş yiyerek uzun zaman dilimine yayın.

Dışarıda bir yerde yemek yeniyorsa da yine doğru tercihlerde bulunarak menünüzü oluşturun. Çok yağlı yiyeceklerden oluşmayan hafif bir ordövr tabağı. Ardından yardımcı olarak zeytin yağlı sebze yemeği. Ana yemek olarak tavuklu veya hindili fırın yemeği veya sote, yanında da garnitür şeklinde pilav yine bol miktarda salata ile birlikte. Tatlı olarak meyve, meyveli tatlı veya sütlü tatlı tercih edilerek güzel bir yılbaşı menüsü oluşturulup yeni yıla mide ve baş ağrıları yerine kendinizi daha iyi hissederek girebilirsiniz.

Bütün bu uyarılara rağmen akşam fazla yiyip alkolü de fazla kaçırdıysanız ertesi gün bol su tüketmeye özen gösterin. Ayrıca vitamin ve mineralden zengin taze meyve ve sebze tüketin. Yine rahatlamanıza yardımcı olacak bitki çaylarını da tercih edebilirsiniz. Bütün bunların yanında hareket etmek de önemli. Akşam üstü küçük bir yürüyüş toparlanmanızı destekleyecektir.

Örnek vermek gerekirse;
• Kahvaltıda ıhlamur, kızamış ekmek ve peynir yemeyi tercih edin
• Öğlen yağsız haşlanmış makarna ile yoğurt yiyin
• Arada meyve olarak asitsiz, mideyi yormayacak meyveleri(kabuksuz elma, muz...) tercih edin
• Akşam haşlanmış patates, yağsız tost veya mideniz daha iyiyse sebze yemeği yiyebilirsiniz
• Gazlı ve asitli içeceklerden uzak durun
• Gün boyu bol sıvı almaya çalışın(2-2,5lt)
• Çok yağlı yiyecekler tüketmeyin
• Dışarı çıkıp kısa bir yürüyüş yapabilirsiniz

Kepekli ürünler kanserden korur: Haftada dört kez kepek içeren ekmek, makarna ya da kabuklu pirinç tüketmek kanser riskini yüzde 40 azaltıyor.

Sebze-meyveyi eksik etmeyin: Sebze-meyve, özellikle de domates, kırmızı üzüm, brokkoli yiyenlerde kalp krizi, kanser ve şeker hastalığı riski düşüyor.

Ayaküstü yemekten vazgeçin: Hamburger, patates kızartması vs. gibi yiyecekleri tüketmeden önce kalp hastalıklarının üçte birinin bu yiyecekler yüzünden ortaya çıktığını hatırlayın ve fast food’dan vazgeçin.

Sofrada balık olsun: Düzenli olarak balık yemek kalp krizi riskini azaltıyor, ayrıca balıkta bulunan yağlar bağışıklık sisteminizi güçlendiriyor.

Şok diyetler faydasız: “Haftada üç kilo” vermeyi vaad eden mucize diyetlerden uzak durun. Kilo vermek istiyorsanız bunu hafta hafta değil uzun vadede yapmaya çalışın.

Aşırı kiloya dikkat: Yeni bir araştırmaya göre, kilolu insanların aldıkları her yeni kilo ömürlerini 20 hafta kısaltıyor. Fazla kiloları vermek kalp, kanser, eklem iltihabı hastalıklarından koruyor.

Elma dişlere iyi gelir: Böğürtlen bakterilerin dişe yapışmalarını engelleyerek diş eti hastalığı riskini azaltırken, elma, portakal, havuç, ıspanak gibi lifli yiyecekler de dişleri güçlendiriyor.

Su içmeyi ihmal etmeyin: Günde en az beş bardak su içen kişilerde kolon kanseri riski yüzde 50 azalıyor.

Egzersizi ihmal etmeyin: Günde bir kilometre yürüyüş ya da haftada üç kez hafif egzersiz kalp hastalığı riskini düşürüyor.KAYNAK

28 Aralık 2008 Pazar

Yeni eviniz nasıl olsun?

Herkese yeni bir ev vaad edilmiş!.

“Hepiniz yaşamakta olduğunuz bu evlerinizi terkedeceksiniz, sonra da hepinize birer yeni ev verilecek,” demişler...

“Eğer inanıyorsanız size yeni bir ev verileceğine, istediğiniz gibi tasarlayın, siz şekillendirin yeni evinizi,” denmiş!..

Bu arada tek şart, yeni ev, içine girene kadar görülmeyecek!..

Buna inanmayanın ise elbette yeni ev konusunda hiç bir talebi yok!.

Anadolu’nun ücra bir köyünün mezrasında yaşayana da soruluyormuş nasıl bir ev istediği; New York, Manhattan’da gökdeleninden dünyayı seyredene de...

Hiç haksızlık edilmeden, her inanana, nasıl bir ev tasarladığı soruluyor; hepsinin tüm istekleri onların yeni evlerine uygulanıyormuş!.

Arasıra gidebildiği yakınındaki, kerpiç duvarlı evlerle donanmış köyü, en gelişmiş muhteşem dünya olarak bilen; mezrada, tezek duvarlı tek göz odada, sarıkız adlı ineğiyle yaşayan kişi de tasarlıyormuş kendi için yeni bir ev; ufkuna, görgüsüne göre...

New York’ta, ya da Los Angeles’ta, uzaktan kumandalı, bilgisayar kontrollü, güneş enerjili evinden, dünyanın her köşesine istediği anda bağlanıp dostlarıyla online görüşebilen, yahut asistanlarına talimatlar yağdırarak işlerini yöneten; aynı gün içinde akşam yemeği için Tokyo’ya havalanan kişi de tasarlıyormuş kendi için yeni bir ev, edindiği görgüsüne, ufkuna göre!.

Mezrada doğup büyüyen yeni evini istiyormuş düşünebildiği en gelişmiş hâliyle, edinmiş olduğu görgüsü ve ufkuna göre...

“Duvarları tezekten değil, köydeki gibi kerpiçten olsun evimin... Tavanı da topraktan değil, saglam tahtadan olsun... Damı da naylon kaplı olsun da yağmur girmesin, kar girmesin... Hemi de iki göz olsun da sarıkız benimle aynı odada kalmak yerine, bitişik gözde kalsın. Bana da sıcağı gelsin!!!.. Hemi de içersinde odun yakan yuvarlak gözel sobası olsun... Bu ot dolu yatak yerine, yün yatağım da olsun yeni evimde... Mum yerine gaz lambam da olsun!..”

Sıralıyormuş böylesine isteklerini mezrada doğup lüks denen yaşamı göz ucuyla köyde gören kardeşimiz...

Günlük sorunları da malûm... Sarıkızın sağlığı, koyunun sütü, tavuğun yumurtası!. Bir de mezraya çıkanlarla, köylünün dedikodusu...

New York’taki de sipariş veriyormuş yeni evi için...

“Bıktım bu durağan manzaralı sabit evden... Uçan mobil bir evde yaşamak istiyorum artık... Bilgisayar komutuna bağımlı, yazılımından başka şekilde evi düzenleyemeyen sistemden nefret geldi!.. Beynimden geçirdiğim düşüncelerimi okuyup, anında uygulayacak zeki bir ev istiyorum!.. Özel sistem istiyorum evimde, normalde göremediklerimin hepsini istediğimde görebilmeliyim... Diğer canlı türleriyle görüşüp, konuşup, anlaşabimemi sağlayacak sistemler istiyorum evimde!.. Onların zararlarından korunabilecek güvenlik sistemleri istiyorum!.. Uzayda sonsuzluklarda dolaşıp, o ortamların sonsuz yeniliklerini ve güzelliklerini değerlendirebileceğim; beni daima sağlıklı ve mutlu yaşatabilecek sistemler kurulu olsun yeni evimde!” deyip, acaip isteklerde bulunuyormuş Yeni Kent'li de, o güne dek edinmiş olduğu görgüsüne, ufkuna göre!.

Hiç derdi değilmiş Yeni Kent’linin, kabile halkının sorunları!.. Onların dedikoduları, yalanları, iftiraları, çıkar kavgaları vs. vs... Gün dolsun da gideyim şu hazırlanmakta olan yeni evime beklentisindeymiş sadece!.

Hikâye bu ya... Gerçekten de günü gelmiş, terketmişler her ikisi de yaşadıkları evlerini, herkes gibi. Bırakmışlar geride eski hane halkını, yaşadıkları ortamlarını, toplumlarını ve açmışlar gözlerini yeni evlerinde!

Gözlerini açmışlar ikisi de, görgülerinin, bilgilerinin ve ufuklarının karşılığı olan yeni evlerinde çok mutlu bir şekilde; birbirlerinden habersiz yaşam şartlarında!..

Tezek içinde yaşamaktan kurtulmuş olmanın rahatlığı içinde, hayal edebildiği en gelişmiş kerpiç evde, yanıbaşında sarı kızıyla en mutlu bir şekilde yaşarken bizim mezralı; Yeni Kent’li de uzayın bilinmedik boyutlarında yeni eviyle tur atıp, düşünceleriyle çevresini kontrol ederek keyif çatıyormuş!.

Neyse... Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...

Bu hikayeden, “önemli olanın geride bırakacağımız evin nasıl olacağı değil, gelecekte gideceğimiz evin nasıl olacağıdır” sonucunu çıkarmış olabilir bazılarımız.

Evi ahşap veya beton olarak da algılayan olabilir; kişinin bilinç bedeni olarak da değerlendiren çıkabilir!.

Ancak, bir gerçek daha var ki, o da, sadece yeni bir eve gideceğini kabul etmekle veya sadece “âhirete iman ettim” demekle, hatta ve hatta, eskinin değil, yeni evin daha önemli olduğunu kabul etmekle, iş bitmiyor!. Çünkü, sonsuza kadar yetineceğiniz o evi, kendinizde keşfedebildiğiniz ve kullanabildiğiniz kuvve ve özelliklerle; kendi ellerinizle; el ân ve “B”iz-zat kendiniz imar etmektesiniz!.

Eğer, bugüne kadar öğrenebildikleriniz, farkedip kavrayabildikleriniz, kendinizi nasıl ve hangi özelliklerle tanıyabildiğiniz size yetiyorsa, “bundan sonra yeni şeyler öğrenmeme ve yeni kavrayışlara ihtiyacım yok, elimden gelen budur” diyorsanız; buyrun yaşam sizin! Seçim de, karşılaşacağınız sonuçları da size ait!

Yok eğer, kozanızla yetinemiyorsanız ve daha iyiye ulaşma arzusu varsa içinizde; bunun da ötesinde, sadece, bu dünya yaşamınız sürerken, değerlendirebileceğiniz varlığınızdaki ilâhî kuvvelerle ebedi yaşam evinizi imar edeceğinizin bilincine ermişseniz; o taktirde, her şeyin aslını sorgulamak, araştırmak, öğrenmek; gerekenleri de uygulamak zorundasınız!. Sürekli yeni ufuklara açılmak, sürekli yeni birşeyler görüp öğrenmek, sürekli yeniye kendinizi adapte etmek zorundasınız!. Çünkü "Allah her an yeni bir şandadır"; sürekli yeni yaratmaktadır. Oysa siz, yenilere açılıp, yenilere adapte olmadığınız taktirde, "dün"de kalmış olacaksınız; yeni ve yeniliklerden ebeden mahrum kalmak üzere...

Bunun için de yaşam kılavuzumuz olan “Kur'ân’ı OKUmak” tek çaredir... Kur’an’ı OKUyabilmek için de “B” sırrı ile bakışa “Bi-zati-hi” ermek, ve de bu kavrayışın gereğini ve sonuçlarını bilmek değil, “B-il-fiil” yaşamak zorunludur!

Sırr-ı “B”den söz et bana dostum!..

Küllü zerrede, zerreyi külde gören holografik bakıştan söz et!..

Gel öyleyse, hiç olmazsa, bakalım uzaktan, “B” harfinin yazılışına...

Önce kalemle koyar noktayı ve sonra yukarı doğru çeker uzatırız onu. Nokta olur çizgi; ya da “Elif”!. Sonra ondan, önce bir yarım daire, o da yetmez ikinci bir yarım daire çizeriz altına!.

Nokta oldu çizgi; çizgide iki yarım daire toplandı altlı-üstlü...

Üste Zâhirin temsil olduğu birinci yarım daire; altta Bâtını sembolize eden ikinci daire. Her iki daire de çizgiden, "Elif"ten alıyor varlığını. Elif ise "nokta"dan oluşmuş.

Çizgiden (Elif'ten) başlayıp, çizgide biten sıra noktalardan oluşmuş iki yarım daire! Çizgi de, çizginin kıvrılmasına göre değişik bir isim verilmiş yarım daire de... Hepsi de noktalardan oluşmuş bir şey işte... Adı “B”!.. Ne isim “B”!

Latinceyi bırakalım da Arapça’da bakalım “B” harfine...

Üstte bir yayvan kazan üstü... Altta bir nokta!.

İki boyutlu bakarsan böyle... Ya üç boyutlusu?

Alttan bakarsan, noktadan yukarıya doğru uzanan bir koni!. Noktadan projekte olan bir koni!. Koninin içi, sırlarla dolu Nokta’dan açılan!.

Nokta’dan oluşan sonsuz sayıda koni... Koni içre koniler!

Sayısız esmâ açılımları noktalardan koniler hâlinde!.

Fe tebârek Allahu ahsenül HÂLIKIYN!

Oysa kimi iki boyutlu algılıyor herşeyi, gözünün gördüğünden ibaret sanarak; kopuk nokta yukardaki yayvandan; diyerek... Kimi de “Nokta’dan gelmiş Noktayım ben. Bir koniyim ki, her noktam noktalardan başka bir şey değildir!. Açılıp saçılıp nice noktalar meydana getiren NOKTA’yım ben”, diyor!..

Her ne demekse!.

“B” sırrını gör dostum!..

İnsana ayna olan Kur’an’ın neden “B” ile başladığını bir sorgula!.

“İkiz kardeşin olan Kur'ân”, “B” ile başladığına göre, “B” ile başla her işine ve her algıladığına; her değerlendirmene... Kendini tanımana!.

Görgünü, ufkunu genişlet!. Varlığını oluşturan “esmâ”yı tanıyarak!

Kozanı terket!

İki boyutlu basar (göz) yaşamı kayıtlarından çıkıp; çok boyutlu “BASÎR” olduğunu fark et!.

Şuurunla, “B”ismi-Allah de..

Kur'ân aynasında, seyret Rahman’ı, Rahîm’i; Hâlik’i, Muhyi’yi ve daha nîce nîcelerini!..

İsimlerini ayna yaptı sana, kendini tanıyasın, ona göre yeni evini iyi düzenleyesin diye...

Ama gel gör ki sen nelerle ömrünü tüketip, ömrünü harcayıp gidiyorsun; neler uğruna neleri kaybediyorsun, ebeden!.

“Halifesin”, dedi sana, kendini hatırlayasın diye; sen sandın kendini insanların efendisisin!.

Dünya bir rüya... Yeni Boyutta uyandığında anlayacaksın bu rüyanın ne olduğunu; ama ne çare ki, o zaman da yeni evini şekillendirme hakkın son bulmuş, fırsat elinden kayıp gitmiş olacak!.

“KANMAYIN” isimli bundan önceki yazımızı hatırlayın!..

Bırak dışındakilerle uğraşarak ömür tüketmeyi de kendini tanı, özündekini keşfet, ufkunu genişlet; görgünü arttır; Dünya’yı ve sana bahşedilmiş özündeki üstün kuvveleri keşfet “B” sırrı ile, holografik bakış aynasında!.

Hatırla ki...

Herkesin tek şansı var ve bir ikincisi asla olmayacak!.KAYNAK

17 Aralık 2008 Çarşamba

İnananların İnanmayanlardan Farkı

Kafirler, Peygambere konuk oldular. Akşam vakti mescide geldiler. Ey bütün dünyadakileri yurdunda konaklayan, ey padişah, biz sana konuk geldik. Azığımız yok uzaktan gelmişiz. Hemencecik başımıza rahmet ve nur saç dediler.

Peygamber, sahabeye, dostlarım, dedi. Bunları paylaşın. Çünkü siz benimle benim huyumla dolusunuz. Her askerin bedeni padişahla doludur. Padişahın mevki ve rütbesine düşman olanlara bu yüzden kılıç vururlar. Sen padişah kızgınlığı ile kılıç sallarsın, yoksa kardeşlere niye kızasın ki?

Bir kardeşe, padişahın kızgınlığının aksiyle suçsuz olarak on batmanlık gürzü vuruyorsun. Padişah bir candır ama ordu onunla doludur. Ruh su gibidir, bu bedenler ırmağa benzerler. Padişahın can suyu tatlıysa bütün ırmaklar tatlı suyla dolar. Çünkü halk, padişahlarının dinindedir, o “abese” suresinin padişahı böyle buyurmuştur.

Her dost bir konuk seçti, konukların arasında pek iri ve misli görülmemiş biri vardı. Öyle iriydi ki kimse onu götürmeye cesaret edemedi. Kadehteki posa ve tortu gibi o da mescit de kala kaldı.

O herkesten arda kalınca Mustafa, alıp götürdü. Sürüde yedi tane süt verir keçi vardı. Keçiler yemek zamanı, sağılmak üzere eve gelmişlerdi. O kıtlık babası Oğuz oğlu Uc, ekmeği de yedi, yemeği de. O yedi keçinin sütünü de sildi süpürdü. Ev halkı, hep o keçilerin sütünü umuyordu. Bu yüzden hepsi de kızdılar.

O bedavacı herif, midesini davula çevirdi, yalnız başına on sekiz adamın yiyeceğini yedi bitirdi. Yatacağı zaman odaya girdi. Halayıkta kızgınlıkla kapıyı kapadı. Dışarıdan zincirini sürdü, bağladı. Ona pek kızmış ondan pek dertlenmişti. Kafirin gece yarısı, yahut sabah vakti aptesi geldi, karnı guruldamaya başladı. Yatağından kalkıp kapıya koştu, elini atınca kapıyı kapalı buldu. O hileci herif kapıyı açmak için türlü türlü hilelere başvurduysa da kapıyı açamadı. İyice sıkıştı oda dardı. Şaşırıp kaldı, ne bir derman bulabildi ne bir hile. Nihayet bir hileye başvurdu, uyumaya bu buruntuyu geçiştirmeye savaştı. Uyudu da. Rüyada kendisini bir viranede gördü.

Hatırında virane vardı ondan dolayı da virane gördü. Kendisini tenha bir viranede görünce aptes bozmaya zaten ihtiyacı vardı, hemen işini beceriverdi. Uyanınca bir de baktı ki yataj pislik içinde. Derdinden deliye döndü.

Bu çeşit rezillik toprakla bile örtülemez diye içinden yüzlerce defa coştu, köpürdü. Uykum uyanıklığımdan beter. Burada yiyor orada pisliyorum dedi. Kafir, mezarın dibinde nasıl bağırırsa o da öylece keşke geberseydim demeye koyuldu. Bu gece bir geçse de kapının açılmasını duysam diye beklemeye başladı. Ok yayadan fırlar gibi kimsecikler görmeden kaçmayı kurmaktaydı. Hikaye uzundur kısa kesiyorum. Nihayet kapı açıldı, o da dertten gamdan kurtuldu.

Mustafa sabahleyin gelip kapıyı açtı. Sabah o yolunu sapıtmış kişiye yol gösterdi. Mustafa , o belalara uğrayan utanmasın diye gizlendi. Kapıyı açanı görmesinde serbestçe dışarı çıksın diyordu. Ya bir şeyin ardında gizlendi, yahut da Allah eteği Mustafa’yı ondan gizledi.

Allah boyası, bazen örter, neliksiz niteliksiz Allah perdesini, bakanın önüne örüverir. Bu suretle düşmanını kendi yanındayken bile göstermez. Allah kudreti, bundan da artık, bundan da üstün.

Mustafa onun geceki halini görüyordu. Fakat Allah fermanı, ona hatasını bildirmeden bir yol açmasına, o kötülükle bir kuyuya düşmesine mani olmaktaydı.

Allah hikmeti ve gökten inen emir, onun kendisini o halde görmesini istemekteydi. Nice düşmanlıklar vardır ki yapılmaya döner. Bir herzevekil, o pis yatağı, inadına Peygamberin yanına getirdi. Ve gör hele, konuğun bu işi işlemiş dedi. Alemlere rahmet olan Mustafa, bir güldü. Getir o ibriği dedi, hepsini kendi elimle yıkayayım dedi.

Herkes Allah hakki için yapma, canımız da sana kurban olsun, tenimizde. Sen bırak bu pisliği biz yıkayalım. Bu iş, el işidir, gönül işi değil.

Ey hakkında “Le amruka-ömrün için” diye Allah’nın and içtiği zat, Allah sana ömür dedi. Seni halife yaptı, kürsüye oturttu. Biz sana hizmet için yaşıyoruz, sen hizmet etmeye kalkışırsan biz ne oluruz? Dedi.

Peygamber dedi ki: “Ben de biliyorum, fakat şimdi bunu ben yıkayacağım. Bunu bizzat yıkamamda bir himmet var.”

Bu söz Peygamber sözü diye hepsi sustular, bu sır nedir, hele bir çıksın diye beklemeye koyuldular. Peygamber o pisliği, bilhassa Allah buyruğu ile adamakıllı yıkamakta idi, riya ile değil. Çünkü, gönlü bunu sen yıka bunda kat kat hikmetler var diyordu.

O kafirciğin bir armağan heykeli vardı. Onu kaybolmuş görünce kararı kalmadı. Dedi ki gece kaldığım odadadır haberim olmadan orada bıraktım. Utanıyordu ama hırsı da onu, o yana çekiyordu. Hırs ejderhadır küçücük bir şey değil. Heykelin ardına düşüp koşa koşa geldi, onu Mustafa’nın odasında gördü.

Gördü ama Allah eli bizzat o pisliği yıkamaktaydı, kötü gözler ondan ırak olsun; kafir bunu da gördü. Gördü de heykeli hatırından çıktı. Onda bir coşkunluktur baş gösterdi, yakasını yırttı.

İki elini yüzüne, başına vuruyor, kafasını duvara kapıya çarpıyordu. Bir halde ki burnundan, başından kanlar revan olmaya başladı. O ulu Peygamber, ona acıdı.

Naralar atıyordu. Halk başına toplanınca, Ey halk sakının diyordu. Ey akılsız kafa diye başına vuruyor, ey nursuz göğüs diye göğsünü dövüyordu.

Ey yeryüzünün küllü, senden şu aşağılık cüz-ü, utanmaktadır diye secde ediyordu. Sen kül olduğun halde O’nun emrine baş eğiyorsun da ben cüzü olduğum halde zulmediyor kötülükte bulunuyor, azıyorum.

Sen kül iken Allah’ya karşı hor hakir oluyor, O’ndan titriyorsun da ben cüzü iken O’na aykırı hareket ediyorum diyor:

Her an yüzünü göğe kaldırıp Ey cihanın kıblesi, yüzüm yok diye feryat ediyordu. Halden artık titreyip çarpınınca Mustafa onu kucakladı. Yatıştırdı pek iltifat etti, gözlerini açtı, ona kendini tanıttı.

Bulut ağlamadıkça yeşillik nasıl güler? Çocuk ağlamadıkça süt nasıl coşar? Bir günlük çocuk bile yolu bilir. Ağlayayım da esirgeyen dadı gelip yetişsin der. Sen bilmiyorsun; dadılar dadısı da sen ağlamadıkça bedavaca sütü az verir.

Kulak ver, “Çok ağlayın” dedi. Ağlayın da yaratıcı Allah’nın ihsan sütü aksın. Dünyanın direği bulutun ağlamasıdır, güneşin yakması. Sen bu iki ipe iyi sarıl. Güneşin hararetiyle bulutun gözyaşı olmasaydı beden ve araz, nasıl olur da semirir, gelişirdi? Bu hararetle bu ağlayış, temel olmasaydı şu dört mevsim nasıl mamur olurdu?

Güneşin hararetiyle alem bulutunun ağlaması, nasıl cihanın ağzının tadını getiriyor, nasıl alemi hoş bir hale sokuyorsa, sen de akıl güneşini yak, gözünü göz yaşları saçan bir bulut haline getir. Küçük çocuk gibi sana da ağlayan bir göz gerek. O ekmeği az ye ekmek senin şerefini giderdi. Ten, gece gündüz onunla gelişir, yapraklanırsa can dalı, yapraklarını döker, göz mevsimine düşer.

Beden azığı, derhal canın azıksız kalmasıyla neticelenir. Bunu azaltmak omu çoğaltmak gerek.

“Allah’ya borç verin.” Sen de bu ten ağzından borç ver de karşılığında gönlünde yeşillikler bitsin. Borç ver de bu ten lokmasını azalt, bu suretle de “Gözlerin görmediği” yüz görünsün. Ten kendisini pislikten arıtırsa ululuk misk ve incileriyle dolar.

Böyle adam şu pislikten kurtulur, temizliğe ulaşır, bedeni, “Allah sizi, kirlerden temizlemeyi diler” sırrına ulaşır. Fakat Şeytan, “Sakın sakın bundan pişman olur hüzne düşersin. Bedeninden bu hevesleri giderir, bunları eritirsen çok pişman olur derde düşersin. Şunu ye hararet verir, mizaca devadır; şunu da faydalanmak için iç, ilaçtır. Hem de şu niyete düş. Bu beden binektir, neye alıştıysa vermek, daha doğru bir iştir. Sakın açlığa alışma; sıhhatin bozulur, beyninde, kalbinde yüzlerce illet meydana gelir” der.

O alçak Şeytan, bu çeşit tehditlerle gelir, halka yüzlerce afsun okur. Kendisini tedavi eden Calinos gösterir. Bunu da senin hasta gönlünü aldatmak için yapar. “Bu sana dertten, gamdan kurtulmak için bir ilaçtır” der. Adem’e de buğday için böyle demişti ya.

Heybelerle heyhatlarla gelir, dudaklarını, azgın atın, nallanırken kıstırdıkları iki, tahta parçası ile kıstırır. Aşağılık taş lal göstermek için at nallanırken dudaklarını kıstırdıkları gibi senin dudaklarını da kıstırıp, atın kulağından tutar gibi kulaklarını tutup seni hırs ve kazanca öeker.

Şüphe etme ki ayağına nalı vurur, sende onun derdi ile yoldan kala kalırsın. Onun nalı seni iki iş arasında tereddüde düşürmektir. Bunu mu yapayım dersin, onu mu? Aklını başına alda kendine gel. Peygamber’in seçtiği işi yap, deliyle çocuğun yaptığını yapma.

“Cennet çevrilmiştir.” Neyle çevrilmiştir? “İnsanın istemediği, hoşlanmadığı şeylerle.” Çünkü, ekin bunlarla çoğalır, gelişir.

Şeytan’ın hileyle, zeyreklikle yüzlerce afsunu vardır. Ejderha bile olsa adamı sepete kor. İnsan akar su olsa bağlar, zamanın en akıllı, en bilgin adamı olsa onu yanıltır, güler.

Aklı bir dostun aklına dost et de “Onların işi danışmakladır” ayetini oku ona göre iş yap!

Bu sözün sonu yoktur. Arap o padişahın lütfuna şaşırıp kaldı. Deli oluyordu aklı kaçayazdı. Mustafa’nın akıl eli onu geri çekti. Bu yana gel dedi, bir kişi ağır bir uykudan nasıl uyanırsa uyandı. O tarafa geldi. Mustafa bu yana gel, bu işi yapma, kendine gel. Bu yanda sana bir çok işler var dedi.

Yüzüne su serpti, ey Allah şehidi, dedi, dile gel şahadet getir. Ben de şehit olayım da dışarı çıkayım. O uçsuz bucaksız çölde bulundukça canımdan beziyorum. Biz takdir kadısının şu dehlizinde Bela ve Elest davalarını görmek için duruyoruz.

Biz bela dedik sınama yönünden işimiz ve sözümüz, bunu görmek, bunu bildirmekten ibarettir. Neden kadının dehlizinde durmaktayız? Biz şahit olmak için gelmedik mi?

Ey şahit niceye bir kadının dehlizinde hapis olacaksın? O şahadeti ver de kurtul. Seni buraya şunun için çağırdılar ki inat etmelisin, o şahadette bulunasın. Halbuki sen, inadından şu daracık yerde oturmuş, elini bağlamış, dudağını yummuşsun.

Ey tanık, sen bu şahadette bulunmadıkça şu dehlizden nasıl kurtulabilirsin? İş bir anda biter, yap, bitir. Kısa işi kendine uzatma. İster yüzyılda ister bir anda olsun; şu emaneti ver de kurtul!

Bu söze son yoktur, Mustafa, ona iman etmesini söyledi, o da kabul etti. O kutlu şahadet bağlanmış düğümleri çözdü. İmana geldi. Mustafa ona dedi ki: Bu gece de bizim konuğumuz ol. Adam vallahi dedi, ebedi olarak senin konuğunum. Nerede olursam olayım, nereye gidersem gideyim sana misafirim. Beni dirilttin, senin azatlın, senin kapıcınım. Bu alemde senin sofranın başında, o alem de.

Bu seçilmiş sofradan başka bir sofra seçen kişinin boğazını, nihayet kemik yırtar deler. Kim senin sofrandan başka bir sofraya giderse bil ki Şeytan, onunla bir kâseden yemek yer. Kim senin komşuluğundan kaçarsa şüphe yok ki Şeytan, ona komşu olur.

Kim sensiz uzak bir yola giderse Şeytan onula yoldaş olur, onunla bir sofraya oturur. Yüce ve güzel bir ata binse haset eder; Şeytan da ona arkadaş olur.

Nazlı karısı ondan bir çocuk doğursa Şeytan onun soyundan ona ortak kesilir. Allah Kur’anda “Ey Mümin, Şeytana kafirlerin mallarında, evlatlarında ortak ol” buyurmuştur. Peygamber bunu Ali’ye değer biçilmez sözleri arasında açıkça söylemiştir.

Konuk dedi ki: “Ey Allah elçisi, bulutsuz bir güneş gibi peygamberliği sen tamamladın, apaydın bir hale koydun. Senin bu yaptığını iki yüz ana yapamaz. İsa bile bunu Azer’e yapmadı. Senin yüzünden canım hemencecik ecelden kurtuldu. Azer de dirildi ama o anda yine öldü.

Arap o gece Peygambere konuk oldu, bir keçiden sağılan sütün yarısını ancak yiyebildi, ağzını silip çekildi. Peygamber süt iç, yufka ekmeği ye diye ısrar ettiyse de Vallahi dedi, riyasız doydum. Bu ne tekellüf, ne sıkılma, ne de hile. Dün geceden daha ziyade doydum.

Bütün ev halkı şaştılar. Bu kandil, şu bir kara zeytin yağı ile nasıl doldu diye hayretlere düştüler. Bir ebabil kuşunun gıdası, böyle bir fili nasıl doyurdu dediler. Kadın, erkek, o fil bedenli, bir sineğin yiyeceğini yiyor diye fısıldaşmaya başladılar.

Kafirliğin hırs ve vehmi baş aşağı düştü, ejderha bir karıncanın gıdası ile doydu. Kafirliğin aç gözlülüğü ondan gitti, iman gıdası onu semirtti geliştirdi. Öküz açlığı illetine tutunan adam, Meryem gibi cennet meyvesini gördü. Cennet meyvesi, bedenine koştu, ulaştı. Cehennem gibi olan midesi, yatıştı rahatladı.

Ey imandan yalnız bir lafa kanan, ununla kanaat eden kişi, zaten iman yüce bir nimettir, büyük bir gıdadır. KAYNAK: Mesnevi – 5. Cilt.

24 Kasım 2008 Pazartesi

Isı Değişikliklerine Dikkat!

Mikroplar kış aylarında uygun ortam oluştuğu için vücutta daha kolay tutunabilecekleri yer buluyor ve solunum enfeksiyonlarına neden olabiliyor.

Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Levent Akın, hava değişimine bağlı olarak soğuk havada yaşayabilen mikropların aktif hale geçtiğini belirterek, "Bu mikroorganizmalar kış aylarında uygun ortam oluştuğu için vücutta daha kolay tutunabilecekleri yer buluyor ve solunum enfeksiyonlarına neden olabiliyor" dedi.

Akın, yaptığı açıklamada, havaların soğumasıyla birlikte kişilerin bağışıklık sisteminin zayıfladığını, soğuk havada üreyerek yayılabilen mikroorganizmaların kolaylıkla insanlarda tutunarak solunum yolu enfeksiyonlarına yol açtığını söyledi.

Sonbahar ve kış mevsiminde, enfeksiyonlar yönünden çeşitli risk faktörleri olduğunu belirten Akın, "Soğuk havayla birlikte kapalı mekanların yeterince havalandırılmaması, çocukların okul ve kreşlerde uzun süre vakit geçirmesi ve temizlik koşullarına dikkat edilmemesi ortamdaki mikrobun yayılmasına fırsat veriyor" diye konuştu.

Akın, mikroorganizmaların her dönemde insan vücudunda bulunduğunu ancak uygun ortam olmadığı için hastalıklara yol açmadığını, bazılarının sıcak bazılarının da soğuk havalarda etkili olduğunu anlattı.

Yaz aylarında ishal gibi bağırsak sistemini etkileyen mikroorganizmaların yaygın olarak görüldüğünü belirten Akın, kış aylarında ise grip, nezle, sinüzit, zatürre, bronşit, beta, orta kulak, bademcik ve ses teli iltihabı gibi çeşitli solunum yolu enfeksiyonlarıyla karşılaşıldığını kaydetti.

Akın, mikroorganizmaların sıcaklık değişimlerinden çok etkilendiğini ifade ederek, "Sıcak havada etkili olan mikrop, hava sıcaklıkları düştüğünde ölmüyor ancak aktif olma özelliğini kaybediyor. Bu nedenle de hastalık yapamıyor" dedi.

İnsanların, bağışıklık sistemlerinin ve savunma mekanizmalarının da hava değişiminden olumsuz etkilendiğini dile getiren Akın, mevsime bağlı sıcaklık farklılıkların yanı sıra özellikle kış aylarında odalar arasındaki ani ısı farkının da mikroorganizmaların harekete geçmesini tetikleyen bir unsur olduğunu vurguladı. Akın, şunları kaydetti:

"Odalar arasındaki ani sıcaklık değişimi, kişinin savunma sistemini olumsuz etkilemektedir ve ortamdaki herhangi bir mikrobun kişiye tutunarak üremesine ve hastalık yapmasına fırsat vermektedir. Evin bir odasının diğer odalara göre daha sıcak ya da soğuk olması kesinlikle sağlıklı değildir. Tüm odalardaki sıcaklığın benzer olması halinde kişilerin savunma mekanizması kendini ona göre ayarladığı için hastalık söz konusu olmamaktadır. 2-3 derecelik oynamalar doğaldır."

Havaların soğumasıyla birlikte kapalı mekanlarda geçirilen zamanın arttığını, bunun mikropların daha kolay yayılmasını kolaylaştırdığını dile getiren Akın, "Odalar, ortamdaki havanın soğumaması için, gün içerisinde yeterli havalandırılmıyor. Bu durumda içerdeki hava daha çok solunmak zorunda kalınıyor. Özellikle, okul, kreş gibi ortamlarda, çocuklardan birinde bulunan mikrop, kısa zamanda bir çok çocuk tarafından solunarak alınıyor" diye konuştu.

Akın, toplu taşım araçlarının da hastalıkların yayılması açısından önemli bir risk faktörü olduğunu belirterek, sınıfların, ev içerisindeki odaların, otobüs, minibüs gibi toplu taşım araçlarının mutlaka gün içerisinde bir kaç defa en az 15-30 dakika havalandırılması gerektiğini söyledi.

Oda sıcaklığının 20-22 derecede tutulmasının uygun olduğunu ifade eden Akın, odanın mümkün olduğunca nemlendirilmeye çalışılması gerektiğini de belirtti.

Akın, solunum yolu hastalıkların, ani ateş, boğazda yanma hissi, nefes alıp vermede sıkıntı ile kendini gösterdiğini söyledi. BETA dışında bu hastalıklar için antibiyotik kullanımının faydalı olmadığına dikkati çeken Akın, "Bol sıvı alınmalı, gün içerisinde taze meyve suyu tüketilmeli ve kesinlikle gazlı içecekler tüketilmemeli. Çünkü, bunlar mikroplar için uygun ortam hazırlanmasına yardımcı olur" diye konuştu.

Akın, hastalıktan korunmak için ve hastalık sürecinde C vitamini desteğinin önemli olduğunu belirterek, şunları kaydetti: "C vitamini, doku tamiri için faydalıdır. Ayrıca, tarhana, mercimek, şehriye çorbası gibi enerjiden zengin gıdalar alınmalı, protein ihtiyacının karşılanması için bol yoğurt tüketilmeli. Baş ağrısına karşı ağrı kesici kullanılmalı. Gerektiğinde burun akıntısı için tuzlu su (serum fizyolojik) kullanılmalı. El temizliğine özen gösterilmeli, eller gün içerisinde 3-4 kez yıkanmalı."KAYNAK

17 Kasım 2008 Pazartesi

Rasulullah'ın Ölüm Telakkisi


Hayat ne kadar gerçekse ölüm de o kadar gerçektir. Fakat insanoğlunun hayatına bakıldığında sanki diliyle söylediği halde yaşantısıyla “Hayat gerçek, ama ölüm yalan” görüntüsü veriyor.
İş­le­ri­ne ba­kı­yor­su­nuz, hiç de bir gün öle­cek in­sa­nın iş­le­ri­ne ben­ze­mi­yor. Rab­bi­miz bu ger­çe­ği ne de gü­zel ifa­de bu­yu­ru­yor: “Öy­le bi­na­lar edi­ni­yor­su­nuz ki, san­ki için­de ebe­di ka­la­cak­sı­nız” [26:129]

Her ge­ce bir ölüm, her sa­bah bir di­ri­liş­tir. Uy­ku ölü­mün kar­de­şi­dir, öl­me­nin pro­va­sı­dır. Gün­düz ya­şar, ge­ce ölür, sa­bah yi­ne di­ri­li­riz. Tıp­kı kış­tan son­ra ba­ha­rın ge­li­şi ile ta­bia­tın di­ril­di­ği gi­bi.

Ölüm, ken­di­sin­den ka­çış ol­ma­yan ve her can­lı var­lı­ğın ta­da­ca­ğı bir son­dur. Rab­bi­miz bu­yu­rur: “Her ne­re­de olur­sa­nız olun ölüm si­zi ge­lip bu­lur, sarp ve sağ­lam ka­le­ler için­de ol­sa­nız bi­le.” [4:78] ve “Her ne­fis ölü­mü ta­da­cak­tır.” [3:185] ayet-i ke­ri­me­le­ri bu­nu açık ve net bir şe­kil­de ifa­de et­mek­te­dir.

Ölüm­den ka­çış müm­küm ol­ma­dı­ğı­na gö­re; ölüm ve son­ra­sı için ha­zır­lık­lı ol­mak, ge­re­kir. Her ko­nu­da ol­du­ğu gi­bi bu ko­nu­da da Pey­gam­be­ri­miz biz­le­re yol gös­ter­mek­te­dir.

Yi­ne İbn-i Ömer (ra) an­la­tı­yor: “Re­su­lul­lah (s.a.v) ile bir­lik­te idim. En­sar­dan bir zat ge­le­rek Re­su­lul­lah’a se­lam ver­di. Son­ra da: “Ey Al­lah’ın Re­­lü! Mü’min­le­rin han­gi­si en fa­zi­let­li­dir?” di­ye sor­du. Re­su­lul­lah (sav): “Hu­yu en iyi­si­dir!” bu­yur­du­lar. Adam: “Mü’min­le­rin han­gi­si en akıl­­dır?” di­ye sor­du.Re­su­lul­lah: “Ölü­mü en çok ha­tır­la­yan­dır ve ölüm­den son­ra­sı için en iyi ha­zır­­ğı ya­pan­dır. İş­te bun­lar en akıl­lı kim­se­ler­dir” bu­yur­du­lar.”

İs­lam inan­cı­na gö­re ölüm yok­luk de­ğil, Yü­ce Dos­ta/Al­lah’a ka­vuş­ma­dır. Hz. Pey­gam­ber: ”Al­lah`ım ölü­mün şid­det ve sı­kın­­la­­na kar­şı ba­na yar­dim et ve be­ni Re­fik-i A`la`ya ilet (Be­ni Yü­ce Dos­ta ka­vuş­tur) bu­yur­mak­ta­dır. (Tir­mi­zi, İbn-i Ma­ce)

Yi­ne Hz. Pey­gam­ber ölü­mü te­men­ni et­me­me­mi­zi an­cak mec­bur ka­lın­dı­ğın­da şu şe­kil­de ha­re­ket et­me­mi­zi tav­si­ye et­mek­te­dir. Hz. Enes (r.a) an­la­tı­yor: “Re­sû­lul­lah (sav) şöy­le bu­yur­du­lar: “Siz­den hiç kim­se, ma­ruz kal­­ğı bir za­rar se­be­biy­le ölü­mü te­men­ni et­me­sin. Mut­la­ka bu­nu yap­mak mec­bu­ri­ye­ti­ni his­se­der­se, ba­ri şöy­le söy­le­sin: “Rab­bim, hak­kım­da ha­yat ha­yır­lı ise be­ni ya­şat, ölüm ha­yır­lı ise ca­­mı al!” (Bu­ha­rî, Müs­lim)

Ölüm ha­di­se­siy­le kar­şı­la­şan kim­se­nin is­tir­ca da bu­lu­nul­ma­sı­nı ya­ni; ”Her­han­gi bir ku­lun ba­şı­na bir mu­si­bet ge­lir de” biz Al­lah’dan gel­dik Al­lah’a dö­ne­ce­ğiz. Al­lah’ım ba­şı­ma ge­len mu­si­be­tin ec­ri­ni ver ve ba­na bun­dan da­ha ha­yır­­­nı lut­fet.” [2:156] di­ye du­a edil­me­si­ni is­te­mek­te­dir.

Ölen­le­rin ar­ka­sın­dan Sev­gi­li Pey­gam­be­ri­miz de üzül­müş ve ağ­la­mış­tır. Ha­yat­ta en bü­yük yar­dım ve hi­ma­ye­si­ni gör­dü­ğü am­ca­sı Ebu Ta­lib`in ölü­mü­ne Ra­su­lul­lah (sav) çok üzül­müş­tü. Yal­nız­ca ölü­mü­ne de­ğil, onun in­kar üze­re öl­me­si­ne da­ha da çok üzül­müş­tür. Kı­sa bir sü­re son­ra, yir­mi­beş yıl­lık ha­yat ar­ka­da­şı, Pey­gam­ber­li­ği­ni ilk tas­dik eden, her­ke­sin ken­di­si­ni hor­la­yıp dış­la­dı­ğı bir dö­nem­de, bü­tün ma­lı­nı mül­kü­nü O’na ve O’nun kut­lu da­va­sı­na se­fer­ber eden asil ka­dın Hz. Hatice (ra) de ve­fat edin­ce Hz. Pey­gam­be­rin üzün­tü­sü da­ha da art­mış­tı. Hat­ta Ra­su­lul­lah o yı­lı: “Hü­zün Yı­lı” ola­rak ad­lan­dır­dı.O, ço­cuk­la­rı­nın an­ne­si, tev­hid mü­ca­de­le­sin­de her­ke­sin terk edip yüz çer­vir­di­ği gün­ler­de, gü­zel ve ye­rin­de na­si­hat­la­rı ile O’nu te­sel­li edip hu­zu­ra ka­vuş­tu­ran­dı. Bu se­bep­le Hz. Pey­gam­ber on­dan ra­zı ve hoş­nut idi. Onun sağ­lı­ğın­da baş­ka bir ka­dın ile ev­len­me­di. Onu dai­ma gü­zel­lik­le ha­tır­lar ve ona du­a eder­di. Ka­dın­lık gay­re­ti ile Hz. Ai­şe: ”Ey Al­lah’ın Ra­su­lü, dai­ma Ha­ti­ce’yi ha­tır­lı­yor­su­nuz. Ha­ti­ce dul ve ih­ti­yar bir ka­dın­dı. Ya­şı­nı ba­şı­nı al­mış, ağ­zın­da diş kal­ma­mış­tı. Al­lah, sa­na on­dan da­ha ha­yır­lı­sı­nı ver­di. El­bet­te be­ni on­dan da­ha çok se­ver­si­niz de­ğil mi?”, de­yin­ce, Al­lah’ın el­çi­si: “Ha­yır! Al­lah’a ye­min ol­sun ki, ba­na on­dan da­ha ha­yır­lı bir ka­dın mü­yes­ser ol­ma­dı. Kim­se be­ni tas­dik et­mez­ken, o be­ni tas­dik et­ti. Baş­ka­la­rı be­ni mah­rum eder­ken, o ma­­nı ver­di. Be­nim, ai­lem­de yal­nız bir dos­tum var­dı o da Ha­ti­ce idi”, di­ye ve­vap ver­di. (Müs­net, Ah­met b. Ham­bel)

Hz. Hatice (ra) ve­fat et­ti­ğin­de onu ken­di el­le­riy­le def­net­ti. Da­ha son­ra­la­rı sık sık me­zar­lı­ğa gi­dip onun kab­ri­ni zi­ya­ret ede­rek ona du­a eder­di. Al­lah’ın Ra­su­lu ömür bo­yu Hz. Hatice (ra)’ı­ hep ha­yır­la yad edib, dost­la­rı­na ik­ram et­miş­tir. Ona olan sev­gi ve mu­hab­be­ti hiç bir za­man ek­sil­me­miş­tir.

Al­lah’ın Ra­su­lu ve­fa­da, sev­gi ve şef­kat­te zir­ve in­san­dı. Enes bin Ma­lik an­la­tı­yor: ”Ra­su­lul­lah (sav) le bir­lik­te ru­hu­nu tes­lim et­mek üze­re olan oğ­lu İb­ra­hi­min ya­nı­na gi­rin­ce, göz­le­rin­den yaş­lar bo­şan­ma­ya baş­la­dı. Bu­nun üze­ri­ne, Ab­dur­rah­man ibn-i Avf: “Ey Al­lah’ın Ra­su­lu! Siz de mi ağ­lı­yor­su­nuz?”, di­ye sor­du. Hz. Pey­gam­ber ona; “Ey İbn-i Avf! Bu gör­­ğün göz­yaş­la­rı Rah­met ve şef­kat ese­ri­dir” ce­va­­nı ver­di. Son­ra şun­la­rı ila­ve et­ti: ” Göz ya­şa­rır, kalp hü­zün­le­nir. Biz an­cak Rab­bi­mi­zin ra­zı ola­ca­ğı söz­le­ri söy­le­riz. Ey İb­ra­him! Se­ni kay­bet­mek­ten do­la­yı ger­çek­ten üz­­nüz” bu­yur­du. (Bu­ha­ri, Müs­lim)

Bu Ha­dis-i Şe­rif­te gö­rül­dü­ğü gi­bi, ce­na­ze­nin ar­dın­dan göz­ya­şı dök­mek, sev­gi ve mer­ha­me­tin ifa­de­si­dir. Ra­su­lul­la­hın men et­ti­ği ağ­la­ma şek­li ise ba­ğı­rıp ça­ğı­ra­rak, saç baş yo­la­rak, ağıt ya­ka­rak, is­yan do­lu ağ­la­ma­dır.

Yi­ne Enes ib­ni Ma­lik’den ri­va­yet edil­di­ği­ne gö­re, Ne­bi (sav), ço­cu­ğu­nun me­za­rı ba­şın­da ba­ğı­ra ba­ğı­ra ağ­la­yan bir ka­dı­nın ya­nın­dan geç­ti. Ona: “Al­lah’tan kork ve sab­ret!” bu­yur­du. Ka­dın: “Çek git ba­şım­dan; zi­ra be­nim ba­şı­ma ge­len fe­la­ket se­nin ba­şı­na gel­me­miş­tir”, de­di. Ka­dın Hz. Pey­gam­be­ri (sav) ta­nı­ya­ma­mış­tı. Ken­di­si­ne onun Pey­gam­ber ol­du­ğu­nu söy­le­di­ler. Bu­nu du­yar duy­maz Pey­gam­be­rin (sav) ka­pı­sı­na koş­tu (özür be­yan et­mek üze­re Hz. Pey­gam­be­re): “Si­zi ta­nı­ya­ma­dım”, de­di. Pey­gam­ber de: “Sa­bır de­di­ğin, fe­la­ket­le kar­şı­laş­tı­ğın ilk an­da da­yan­mak­tır”, bu­yur­du. (Bu­ha­ri, Müs­lim) Ra­su­lul­lah (sav) ka­dı­nın için­de bu­lun­du­ğu ha­let-i ru­hi­ye­yi dik­ka­te ala­rak üs­te­le­me­den yo­lu­na de­vam edip gi­di­yor. Şa­yet üs­te­le­ye­cek ol­sa ka­dın da­ha ağır ve aşı­rı söz­ler söy­le­ye­cek ve teh­li­ke­li bir du­ru­ma dü­şe­cek­ti.

Müs­lü­ma­nın iman­da­ki ol­gun­lu­ğu bi­raz da ölüm olay­la­rı­na gös­ter­di­ği sa­bır­la öl­çü­lür. Hal­kın, özel­lik­le de ka­dın­la­rın, öle­ne ağıt ya­ka­rak ağ­la­ma­la­rı, hü­ner ve ma­ri­fet de­ğil­dir. Asıl ma­ri­fet; o acı­lı ânı, ka­de­re rı­za gös­te­re­rek at­lat­mak­tır. Böy­le an­lar­da in­sa­nı bek­le­yen teh­li­ke, yu­ka­rı­da­ki ha­dis­de gö­rül­dü­ğü gi­bi, Pey­gam­be­ri ve hat­ta Al­lah Te­âlâ­yı red an­la­mı­na ge­le­cek söz­ler sar­fet­mek­tir. Zi­ra üzün­tü anın­da in­sa­nın di­ren­ci za­yıf ol­du­ğu için, ağ­zın­dan çı­kan söz­le­ri kon­trol et­me­si fev­ka­la­de güç­tür. Böy­le­si hal­ler­de ol­gun Mü’min­ler: ”İn­nâ lil­la­hi ve İn­nâ İley­hi Ra­ciu­un.” “Biz Al­lah’tan gel­dik yi­ne ona dö­ne­ce­ğiz”, di­ye­rek tes­li­mi­yet gös­te­rir ve sab­re­der­ler.

Üsa­me İb­ni Zeyd (ra) şöy­le de­miş­tir: Ra­su­lul­la­hın kız­la­rın­dan Zey­neb, Ne­bî (sav)’e adam gön­de­re­rek, ço­cu­ğu­nun öl­mek üze­re ol­du­ğu­nu ha­ber ver­di. Ra­su­lul­lah (sav) ha­ber ge­ti­ren kim­se­ye: “Ona dön ve şu­nu bil­dir ki, alan da, ve­ren de Al­lah’tır. Onun ka­tın­da her şe­yin bel­li bir ece­li var­dır. Sab­ret­sin ve ec­ri­ni Al­lah’tan bek­le­sin’’ bu­yur­du: Hz. Pey­gam­be­rin bu tav­si­ye­si üze­ri­ne Hz. Zey­neb ba­ba­sı­na: Ne olur, mut­la­ka gel­sin”, di­ye tek­rar ha­ber yol­la­dı. Bu de­fa Pey­gam­ber ba­zı sa­ha­be­ler­le kal­kıp kı­zı­na git­ti.Ço­cu­ğu Hz. Pey­gam­be­rin ku­ca­ğı­na ver­di­ler. Yav­ru­cak pek zor ne­fes al­mak­tay­dı.Ra­su­lul­la­hın göz­le­rin­den yaş­lar bo­şan­dı. Du­ru­mu gö­ren Sa’d İbn-i Uba­de: Ey Al­la­hın Ra­su­lü! Bu ne hal­dir? de­di. Ne­bi (sav) de: “Bu, Al­lah’ın, di­le­di­ği kul­la­rı­nın kal­bi­ne koy­du­ğu bir rah­met­tir.Za­ten Al­lah an­cak ,mer­ha­met­li kul­la­rı­na rah­met eder” bu­yur­muş­tur. (Buhari, Müs­lim)

Bu Ha­dis­ten, ya­kın­la­rı ve­fat et­miş ve­ya ve­fat et­mek üze­re olan ki­şi­le­re ne­ler tav­si­ye et­mek ge­rek­ti­ği­ni öğ­ren­mek­te­yiz. Böy­le na­zik za­man­lar­da, ba­zı de­ğiş­mez ger­çek­le­ri ha­tır­lat­mak, in­sa­nı tes­kin ve te­sel­li eder. Üzün­tü­den ne yap­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni şa­şır­mış, ağ­zın­dan çı­ka­nı ku­la­ğı duy­ma­ya­cak ha­le gel­miş in­san­la­ra bu tür ha­tır­lat­ma­lar­da bu­lun­mak, hem gö­nül­le­ri­ni al­ma­ya ve­si­le olur, hem de sa­bır ve tes­li­mi­yet gös­ter­me­le­ri­ne yar­dım eder.

Ay­rı­ca, Ca’fer’in ölüm ha­be­ri gel­di­ği za­man, Re­sü­lul­lah (sav): “Ca’fer ai­le­si için ye­mek ya­pın! Çün­kü on­la­ra, on­la­rı meş­gul eden (ha­ber) gel­di!“ bu­yu­ra­rak ce­na­ze sa­hip­le­ri­ne ya­pıl­ma­sı ge­re­ken va­zi­fe­yi de öğ­ret­miş­tir.

Ra­su­lul­lah (sav) inanç ayı­rı­mı yap­ma­dan bü­tün has­ta­la­rı zi­ya­ret et­miş, ce­na­ze­le­re de hür­met gös­ter­miş­tir.Bir gün yol­dan bir Ya­hu­di­nin ce­na­ze­si ge­çi­yor­du. Hz. Pey­gam­ber onu gö­rün­ce aya­ğa kalk­tı. Bir baş­ka ri­va­yet­te sa­ha­be­le­rin, ge­çe­nin bir ya­hu­di ce­na­ze­si ol­du­ğu­nu ha­tır­lat­ma­la­rı üze­ri­ne Efen­di­miz: “O da bir in­san­dı“ bu­yur­du. (Ne­se­î)

Ölüm dü­şün­ce­si in­sa­nı dün­ye­vi­leş­mek­ten, hak­sız­lık ve zu­lüm yap­mak­tan ko­rur. İn­sa­nın kal­bi­nin ka­ra­rıp ka­tı­laş­ma­sı­na ma­ni olur.

Ya­zı­mı­zı yi­ne O’nun ikaz­la­rı ile bi­ti­re­lim: Bir gün Efen­di­miz (sav): ”De­mi­rin pas­lan­dı­ğı gi­bi kalp­ler de pas­la­nır.” Sa­ha­be: Onun ci­lâ­sı ne­dir? Ya Ra­su­lul­lah! de­dik­le­rin­de: “Ölü­mü çok­ça ha­tır­la­mak ve Kur’an oku­mak­tır.” bu­yur­du­lar. (Tir­mi­zi, İbn-i Ma­ce)KAYNAK

7 Kasım 2008 Cuma

Kılıç Sapını Kesebilir mi?

Uzak yerlerden bir merhametli dost, Yusuf-u Sıddıyk'a konuk oldu. Çocukluktan beri birbirlerini tanırlardı. Eskiden beri aşinalık yastığına yaslanmışlardı. Konukla, Yusuf'a kardeşlerinin yaptığı cefayı, onların hasetlerini konuştular. Yusuf "o haset ve cefa, zincirdi; biz de aslandık.

Aslanın zincire vurulması ayıp değildir. Bizim Allahnın kaza ve kaderinden şikayetimiz yok. Aslan, boynunda zincir bulunmakla beraber bütün zincir yapanlara beydir" dedi. Dostu Yusuf'a "Zindanda ve kuyuda ne haldeydin?" dedi. Yusuf cevap verdi:

"Ay, bedir halinden çıkar ve eski ay haline gelir ya... işte öyle" Eski ay görünmez, sonra hilal olur da iki büklüm bir halde görünür. Fakat sonunda yine gökte bedir haline gelmez mi? İnci tanesini havanda döverler ama kadri yine yücedir, ya ilaç olarak göze çekilir, yahut macun haline getirilir, kalp ferahlığı için yenir. Buğdayı toprak altına attılar ama sonradan topraktan başaklar çıktı. Ondan sonra değirmende öğüttüler, değeri arttı, cana can katan gıda oldu. Sonra ekmeği bir kere daha diş altında ezdiler; akıllı kişiye akıl ve idrak oldu.

Daha sonra da o can, aşkta mahvoldu da Hak yolunda ekildikten sonra mahsul verdi, ekincileri hayrete düşürdü. Bu sözün sonu gelmez. Sen, o iyi adamın Yusuf'a ne dediğini anlatmaya başla.

Yusuf, başından geçenleri anlattıktan sonra " Eh...bize ne armağan getirdin, bakalım?" dedi. Ey ulu kişi! Dostları görmeye eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer. Ulu Allah bile mahşer günü, halka " Kıyamet günü için armağanın nerede;

Bize yapayalnız, azıksız, adeta sizi yarattığımız gibi geldiniz. Kendinize gelin! Kıyamet günü için ne hediyeniz var, ne getirdiniz? Yoksa tekrar dönüp geleceğinizi ummuyor muydunuz, size bugünün vadesi batıl mı göründü ki? Der. Ona konuk olacağımızı inkar ediyorsan bu mutfaktan ancak toprak ve kül alabilirsin.

İnkar etmiyorsan niçin böyle elin boş. O sevgilinin kapısına böyle nasıl ayak atacaksın? Yemeyi, uyumayı biraz azalt da onunla görüşmek için bir armağan götür. Geceleri az uyuyanlardan seher çağlarında istiğfar edenlerden ol.

Sen de rahimdeki çocuk gibi az oyna da sana da nurları gören duygular bağışlasınlar. Rahim gibi olan dünyadan çıkınca yeryüzünden daha geniş bir sahaya dalacaksın. "

Allah yeri geniştir" derler ya; o geniş yer, bil peygamberlerin gidip daldıkları sahadır. O geniş sahada gönül daralmaz; yaş ağaç, orada kuru dal haline gelmez.

Şimdi duygular, sen de. Fakat bir gün yorgun, bitkin, baş aşağı bir hale geleceksin. Uykuda duygularını taşımazsın, duygular seni taşır. Bu yorgunluk, bitkinlik gider, eziyetten, sıkıntıdan kurtulursun. Sen uyku halini, velilerin uyanıkken de duygularını taşımamaları halinde bir çeşni bil. Be inatçı; veliler, Eshab'ı Kehf'dir. Ayakta olsalar da, yürüyüp gezseler de uykudadırlar. Allah, onları, kendilerinin haberi olmadan işletir; sağa sola çevirir. O sağa çevrilme nedir? İyi iş. Ya sola çevrilme? O da bedene, varlığa ait işler.

Bu iki hal de peygamberlerden, dağdan ses gelir gibi zuhur eder. Onların, her ikisinden de haberleri yoktur. Dağ, hayır olsun, şer olsun... Senin sesini sana verir, duyurur. Fakat ikisinden de bihaberdir.

Yusuf "Hadi, armağanını çıkar" deyince konuk, bu istekten utanıp adeta figan ederek."Sana getirmek için ne kadar armağan aradıysam hiçbir şeyi beğenmedim, layık görmedim. Bir habbeyi alıp da madene, bir katrayı alıp da ummana nasıl götürebilirim?

Sana gönül ve can bile getirsem Kirman'a kimyon götürmüş sayılırım. Senin, misli olmayan güzelliğinden başka bir tohum yoktur ki bu ambarda olmasın. Sana gönül nuru gibi bir ayna getirmeyi layık gördüm.

Ey güneş gibi gökyüzünün ışığı olan güzel! Ona baktıkça kendi güzel yüzünü görürsün. Gözümün nuru, sana ayna getirdim, ona bakıp yüzünü gördükçe beni hatırlarsın" dedi. Koynundan aynayı çıkarıp sundu. Güzeller, aynayla meşgul olurlar.

Varlığın aynası nedir? Yokluk. Ahmak değilsen yokluğu ihtiyar et. Varlık, yoklukta görünebilir. Zenginler, yoksula cömertlik edebilirler. Ekmeğin saf aynası açtır; kav da çakmak taşının aynasıdır. Bir yerde yokluk ve noksan oldu mu...bu, bütün sanatların güzelliğine aynadır.

Elbise biçilmiş, dikilmiş olursa terzinin mahareti görünebilir mi? Budaklar yontulmamış olmalı ki marangoz onu yontsun, rendelesin... Ondan asla, yahut fer'e ait bir şey yapsın. Usta kırıkçı nerede ayağı kırılmış varsa oraya gider. Hasta ve arık kişi olmazsa tıp sanatının güzelliği nasıl görünür? Ey ulu kişi! Bakırların bayalığı, aşağılığı olmasa kimya nasıl olur da zuhur eder?

Noksanlar, kemal vasfının aynasıdır. O horluk, yücelik ve ululuğa aynadır. Çünkü yakinen zıt, zıddı gösterir. Ondan dolayı bal, sirke ile görünür, (sirkengebin olur) Kim, kendi noksanını görüp anlarsa yedeğinde dokuz at olduğu halde tekemmül yolunda koşar. Kendisini kamil sanan, ululuk sahibi Allahnın yolunda uçamaz. Ey mağrur ve sapık! Canında kendini kamil sanmaktan daha beter bir illet olamaz. Senden bu kendini beğenme defoluncaya kadar gönlünden de çok kan akar, gözünden de! İblis'in illeti "Ben, Adem'den hayırlıyım" demesiydi. Bu hastalık, her mahlukta vardır. Bu hastalığa müptela olan, kendisini hor görse bile sen onu, altında pislik olan saf su bil!

İmtihan kasdıyla onu bir karıştırsan hemen su bulanır, pislik rengini alır. Ey yiğit! Irmak sana saf ve berrak görünüyor ama senin ırmağının dibinde de pislik var. Yol bilen anlayışlı pir, Nefs-i küll bağlarına ark kazıcıdır. Irmak, kendisini nereden temizleyecek? İnsanın bilgisi, Allah bilgisiyle fayda verir. Kılıç sapını kesebilir mi? Yürü, bu yarayı bir cerraha göster. Kimse, yarasının kötülüğünü görmesin diye her yaranın üstüne sinek düşer.

O sinekler; senin düşüncelerin, mallarındır; yaran da ahvalindeki zulmet! Eğer oyaraya pir merhem korsa o zaman derdin iyileşir, feryat ve figanın kesilir. Yara sahibi, merhem konunca sıhhat buldum sanır. Halbuki hakikatte oraya merhemin ışığı vurmuştur.

Kendine gel, ey sırtı yaralı, merhemden baş çekme; iyileşince de kendi kendime iyileştim deme, sıhhati merhemden bil!
Kaynak:Mesnevi Cilt 1

31 Ekim 2008 Cuma

Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed S.A.V'den 40 Hadis-i Şerif

1

اَلدِّينُ النَّصِيحَةُ قُلْنَا: لِمَنْ )يَا رَسُولَ اللَّهِ ؟( قَالَ: لِلَّهِ وَلِكِتَابِهِ وَلِرَسُولِهِ وَلأئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَعَامَّتِهِمْ

(Allah Rasûlü) “Din nasihattır/samimiyettir” buyurdu. “Kime Yâ Rasûlallah?” diye sorduk. O da; “Allah’a, Kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara” diye cevap verdi.

Müslim, İmân, 95.

2

اَلإِسْلاَمُ حُسْنُ الْخُلُقِ

İslâm, güzel ahlâktır.

Kenzü’l-Ummâl, 3/17, HadisNo: 5225.

3

مَنْ لاَ يَرْحَمِ النَّاسَ لاَ يَرْحَمْهُ اللَّهُ

İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.

Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16.

4

يَسِّرُوا وَلاَ تُعَسِّرُوا وَبَشِّرُوا وَلاَ تُنَفِّرُوا

Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.

Buhârî, İlm, 12; Müslim, Cihâd, 6.

5

إنَّ مِمَّا أدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلاَمِ النُّبُوَّةِ:

إذَا لَمْ تَسْتَحِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ

İnsanların Peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözüdür.

Buhârî, Enbiyâ, 54; EbuDâvûd, Edeb, 6.

6

اَلدَّالُّ عَلىَ الْخَيْرِ كَفَاعِلِهِ

Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.

Tirmizî, İlm, 14.

7

لاَ يُلْدَغُ اْلمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ مَرَّتَيْنِ

Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz.(Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)

Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.

8

اِتَّقِ اللَّهَ حَـيْثُمَا كُنْتَ وَأتْبِـعِ السَّـيِّـئَةَ الْحَسَنَةَ تَمْحُهَا

وَخَالِقِ النَّاسَ بِخُلُقٍ حَسَنٍ

Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.

Tirmizî, Birr, 55.

9

إنَّ اللَّهَ تَعَالى يُحِبُّ إذَا عَمِلَ أحَدُكُمْ عَمَلاً أنْ يُتْقِنَهُ

Allah, sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi sağlam ve iyi yapmasından hoşnut olur.

Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 1/275; Beyhakî, fiu’abü’l-Îmân, 4/334.

10

اَلإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ شُعْبَةً أفْضَلُهَا قَوْلُ لاَ إِلهَ إِلاَّاللَّهُ وَأدْنَاهَا إِمَاطَةُ اْلأذَى عَنِ الطَّرِيقِ وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ اْلإِيـمَانِ

İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır.

Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58.

11

مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أضْعَفُ اْلإِيـمَانِ

Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.

Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248.

12

عَيْنَانِ لاَ تَمَسُّهُمَا النَّارُ: عَيْنٌ بَـكَتْ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَعَيْنٌ

بَاتَتْ تَحْرُسُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ

İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz.

Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12.

13

لاَ ضَرَرَ وَلاَ ضِرَارَ

Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.

İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta’, Akdıye, 31.

14

لاَ يُؤْمِنُ أحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ

Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.

Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71.

15

اَلْمُسْلِمُ أخُو الْمُسْلِمِ لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ مَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللَّهُ عَنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ

Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n kusurunu) örter.

Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.

16

لاَ تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلاَ تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا

İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.

Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56.

17

اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ النَّاسُ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ

Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.

Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.

18

لاَ تَبَاغَضُوا وَلاَ تَحَاسَدُوا وَلاَ تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللَّهِ إخْوَانًا

وَلاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أنْ يَهْجُرَ أخَاهُ فَوْقَ ثَلاَثِةِ اَيَّامٍ

Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz.

Buhârî, Edeb, 57, 58.

19

إنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إلَى الْبِرِّ وَ إنَّ الْبِرَّ يَهْدِي إلَى الْجَنَّةِ وَإنَّ الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ صِدِّيقًا وَ إنَّ الْكَذِبَ يَهْدِي إلَى الْفُجُورِ وَ إنَّ الْفُجُورَ يَهْدِي إلَى النَّارِ وَ إنَّ الرَّجُلَ لَيَـكْذِبُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ كَذَّابًا

Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğru sözlü) diye yazılır. Yalancılık kötüye götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında kezzâb (çok yalancı) diye yazılır.

Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103, 104.

20

لاَ تُمَارِ أخَاكَ وَلاَ تُمَازِحْهُ وَلاَ تَعِدْهُ مَوْعِدَةً فَتُخْلِفَهُ

(Mümin) kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme.

Tirmizî, Birr, 58.

21

تَبَسُّمُكَ فِي وَجْهِ أخِيكَ لَكَ صَدَقَةٌ وَأمْرُكَ بِالْمَعْرُوفِ وَ نَهْيُكَ عَنِ الْمُنْكَرِ صَدَقَةٌ وَإِرْشَادُكَ الرَّجُلَ فِي أرْضِ الضَّلاَلِ لَكَ صَدَقَةٌ وَإِمَاطَتُكَ الْحَجَرَ وَالشَّوْكَ وَالْعَظْمَ عَنِ الطَّرِيقِ لَكَ صَدَقَةٌ

(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.

Tirmizî, Birr, 36.

22

إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأمْوَالِكُمْ وَلـكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأعْمَالِكُمْ

Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.

Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9;

Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.

23

رِضَى الرَّبِّ في رِضَى الْـوَالِدِ وَسَخَطُ الرَّبِّ في سَخَطِ الْـوَالِدِ

Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır.

Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.

Tirmizî, Birr, 3.

24

ثَلاَثُ دَعَوَاتٍ يُسْتَجَابُ لَهُنَّ لاَ شَكَّ فِيهِنَّ:

دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ، وَدَعْوَةُ الْمُسَافِرِ ، وَدَعْوَةُ الْوَالِدِ لِوَلَدِهِ

Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir:

Mazlumun duası, yolcunun duası ve babanın evladına duası.

İbn Mâce, Dua, 11.

25

مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أدَبٍ حَسَنٍ

Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir

hediye veremez.

Tirmizî, Birr, 33.

26

خِيَارُكُمْ خِيَارُكُمْ لِنِسَائِهِمْ

Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.

Tirmizî, Radâ’, 11; ‹bn Mâce, Nikâh, 50.

27

لَيْس مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرَنَا وَيُوَقِّرْ كَبِيرَنَا

Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı

göstermeyen bizden değildir.

Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66.

28

كَافِلُ الْيَتِيمِ لَهُ أوْ لِغَيْرِهِ أنَا وَ هُوَ كَهَاتَيْنِ فيِ الْجَنَّةِ وَأشَارَ بِالسَّبَّابَةِ وَالْوُسْطَى

Peygamberimiz işaret parmağı ve orta parmağıyla işaret ederek: Gerek kendisine ve gerekse başkasına ait herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben, cennette işte böyle yanyanayız” buyurmuştur.

Buhârî, Talâk, 25, Edeb, 24; Müslim, Zühd, 42.

29

اِجْتَنِبُوا السَّبْعَ الْمُوبِقَاتِ قَالُوا يَا رَسُولَ للهِ وَمَا هُنَّ قَالَ: اَلشِّرْكُ بِاللَّهِ وَالسِّحْرُ وَ قَتْلُ النَّفْسِ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إلاَّ بِالْحَقِّ وَأكْلُ الرِّبَا وَأكْلُ مَالِ اْليَتِيمِ وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلاَتِ الْمُؤْمِنَاتِ

(İnsanı) helâk eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun üzerine: Allah’a şirk koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmak buyurdu.

Buhârî, Vasâyâ, 23, Tıbb, 48; Müslim, Îmân, 144.

30

مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلاَ يُؤْذِ جَارَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أوْ لِيَصْمُتْ

Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe imân eden misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.

Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75.

31

مَا زَالَ جِبْرِيلُ يُوصِينِي بِالْجَارِ حَتَّى ظَنَنْتُ أنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ

Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki;

ben (Allah Teâlâ) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.

Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141.

32

اَلسَّاعِي عَلَى الأرْمَلَةِ وَالْمِسْكِينِ كَالْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ

أوِ الْقَائِمِ اللَّيْلَ الصَّائِمِ النَّهَارَ

Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden

veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle

geçiren kimse gibidir.

Buhârî, Nafakât, 1; Müslim, Zühd, 41;

Tirmizî, Birr, 44; Nesâî, Zekât, 78.

33

كُلُّ ابْنِ آدَمَ خَطَّاءٌ وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ

Her insan hata eder.

Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.

Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.

34

عَجَبًا لأمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ وَلَيْس ذَاكَ لأحَدٍ إِلاَّ لِلْمُؤْمِنِ: إِنْ أصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَـكَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ وَإِنْ أصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ

Mü’minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır; O’nun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.

Müslim, Zühd, 64; Dârim”, Rikâk, 61.

35

مَنْ غَشَّـنَا فَلَيْس مِنَّا

Bizi aldatan bizden değildir.

Müslim, Îmân, 164.

36

لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ نَمَّامٌ

Söz taşıyanlar (cezalarını çekmeden ya da affedilmedikçe)

cennete giremezler.

Müslim, Îmân, 168; Tirmizî, Birr, 79.

37

أعْطُوا الأجِيرَ أجْرَهُ قَبْلَ أنْ يَجِفَّ عَرَقُهُ

İşçiye ücretini, (alnının) teri kurumadan veriniz.

İbn Mâce, Ruhûn, 4.

38

مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَغْرِسُ غَرْسًا أوْ يَزْرَعُ زَرْعًا فَيَـأكُلُ مِنْهُ

طَيْرٌ أوْ إِنْسَانٌ أوْ بَهِيمَةٌ إِلاَّ كَانَ لَهُ بِهِ صَدَقَةٌ

Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.

Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10.

39

إِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ

وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ ألاَ وَهِيَ الْقَلْبُ

İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.

Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107.

40

اِتَّقُوا اللَّهَ رَبَّـكُمْ وَصَلُّوا خَمْسَـكُمْ وَصُومُوا شَهْرَكُمْ وَأدُّوا زَكَاةَ أمْوَالِكُمْ وَأطِيعُوا ذَاأمْرِكُمْ تَدْخُلُوا جَنَّةَ رَبِّـكُمْ

Rabbinize karşı gelmekten sakının, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, mallarınızın zekatını verin, yöneticilerinize itaat edin. (Böylelikle) Rabbinizin cennetine girersiniz.

Tirmizî, Cum’a, 80.

KAYNAK