16 Aralık 2009 Çarşamba

İbretlerle Dolu Bir Yolculuk Medine'ye Hicret

Hicret, Müslümanlar için Mekke'de artarak devam eden baskı, zulüm ve diğer olumsuz şartlar sebebiyle Hz. Peygamber ve Mekkeli Müslümanların 622'de Mekke’den Medine'ye göçüne verilen isimdir.

Medine’ye hicretin gerçekleştirildiği yıllarda Hz. Peygamber Müslümanların can güvenliğini temin etmek ve İslâm’ı daha uygun bir zeminde yaymak için merkez olabilecek bir yurt arayışı içindeydi. İşte Yesrip (Medine) bu gayeleri gerçekleştirebilmek için stratejik öneme sahip bir yerdi.

Nübüvvetin on birinci yılında, Medineli altı kişi, Akabe'de Hz. Peygamberle buluşmuş ve gelecek yıl tekrar görüşmek üzere sözleşmişlerdi. Ertesi yıl hac mevsiminde, içlerinde bir yıl önce Müslüman olan altı kişiden beşinin de hazır bulunduğu on iki kişilik bir topluluk “Birinci Akabe”de gece vakti Hz. Peygamberle buluşarak beyat ettiler. Medineliler bu görüşmede Hz. Peygamberden, İslâm dinini anlatacak ve namazlarda imamlık yapacak bir kimse istediler. Hz. Peygamber de onlara Mus'ab b. Umeyr'i gönderdi. Bu bir bakıma Medine’ye yapılan ilk hicret sayılabilir.

Birinci Akabe Biatı’ndan bir yıl sonra yine hac mevsiminde Mus’ab b. Umeyr ile birlikte ikisi kadın olmak üzere yetmiş iki (veya yetmiş beş) (İbn Sa'd, Tabakâtü'l-Kübrâ, c. 1 , Beyrut 1379/1957, s. 226; Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, c. 1, Tah. M. Hamidullah, Kahire 1959, s. 240-251) kişinin katıldığı “İkinci Akabe Biatı” gerçekleştirildi. Bu durum İslâm’ın Medine’de hızla yayıldığının açık bir göstergesi idi.

Bu günlerde Mekke’de sürüp giden işkenceler yüzünden Müslümanların durumu hayli zorlaşmıştı. Bu sebeple Hz. Peygamber’in izniyle gizlice Medine'ye hicret etmeye başladılar. Hz. Ali, Ömer b. Hattab dışında herkesin gizlice hicret ettiğini, onun ise hicret edeceği zaman, Kâbe'yi tavaf ettikten sonra, orada bulunanlara kendisinin de hicret edeceğini haykırarak; “Anasını ağlatmak, çocuğunu yetim, karısını dul bırakmak isteyen varsa, şu vadide karşıma çıksın” dediğini fakat hiç kimsenin buna cesaret edip onu takip etmediğini ifade etmektedir. (İbnu’l-Esîr, Usdu'l-Gâbe, c. 4, 1390/1970, s. 152-153; M. Asım Köksal, İslam Tarihi, c, 2, Köksal Yay, İst, 2005, s, 293-294)

Hz. Peygamber’in hicret ettiği günlerde Mekke’de Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali ve çeşitli sebeplerle o güne kadar hicret edememiş az sayıda Müslüman kalmıştı. Hz. Peygamberin hicretinin, sahabenin tamamı hicret edene kadar ertelenmesinin üzerinde durulması gerekir diye düşünüyorum. Bunun en önemli sebebi tehlikeyi üstlenme ve gemiyi en son terk etme isteği olarak yorumlanabilir.

Bu günlerde Hz. Ebû Bekir birçok kez Hz. Peygamber'den hicret için izin istemiş; ancak "Acele etme; belki Allah sana bir arkadaş verir" karşılığını almıştı. Hz. Ebû Bekir, o arkadaşın Rasulüllahın kendisi olmasını arzu ediyordu. (İbn Sa'd, I, 226)

Öte yandan, müşrikler İslâm’ın Medine’de yayılmasından endişe ettikleri için Müslümanların oraya hicret etmesinden rahatsız oluyorlardı. Sürekli çözüm(!) arayışı içinde olan müşriklerin ileri gelenleri önemli işlerini görüştükleri (yer olan Kusay bin Kilâb’ın evi) Dâru'n-Nedve'de toplanarak konuyu tartıştılar. Sonuç olarak Ebu Cehil’in önerisi ile her kabileden birer silahşor seçilerek Hz. Muhammed (s.a.s.)’in üzerine saldırarak öldürülmesi önerisi kabul edildi.

Müşriklerin almış olduğu karardan sonra Cebrâil, Hz. Peygamber’e Allah Teâlâ’nın hicret için kendisine izin verdiğini bildirdi. Aynı gün Hz. Ebu Bekir ile görüşen Hz. Peygamber Allah'ın kendisine hicret için izin verdiğini haber verdi. Hz. Ebû Bekir bu yolculuk için uzun süreden beri beslediği develerden birisini Hz. Peygamber’in emrine tahsis ettiğini bildirdi ise de, o "Kasvâ" adlı bu deveyi ancak parasını ödemek suretiyle kabul etti.

Hz. Peygamber, hicret edeceği gece Hz. Ali (k.v.)’yi çağırarak kendi evinde kalmasını ve müşrikler tarafından kendisine verilmiş emanetleri sahiplerine iade ettikten sonra yola çıkmasını istedi. Gece evin dışında bekleyen kimseler Hz. Peygamber’in evindeki kimsenin Hz. Ali olduğunu öğrendiklerinde suikastin başarısızlıkla sonuçlanması sebebiyle hayal kırıklığına uğradılar, evde bulunan Hz. Ali’yi tartakladılar, hapsettiler, fakat daha sonra serbest bıraktılar.

Bu sonuç üzerine Mekkeli müşrikler öncelikle Medine’ye gitmesi ihtimaline karşı Medine yolunu tuttular ve Rasûl-i Ekrem'i öldüren veya esir eden kimseye yüz deve ödül verileceğini ilân ettiler.

Yolculuğun başladığı gece Hz. Peygamber Hz. Ebu Bekir ile birlikte Sevr Dağı'ndaki gizlenmeye elverişli mağaraya gittiler. Ertesi gün Hz. Peygamberi arayan bir grubun mağaranın ağzına kadar gelebilmeleri sebebiyle endişelenen Hz. Ebu Bekir (r.a); ‘Yâ Resûlallah! Eğilip baksalar bizi görürler’ dedi. Hz. Peygamber; ‘İki yolcu ki, Allah onların üçüncüsüdür, endişe etme Allah bizimledir!’ (Buhari, Camiu’s-Sahih, c, 7, Matbaai Âmire, 1329, s, 217) buyurdu. İşte bu an, Kur’an-ı Kerim’de de detaylı olarak yer almaktadır. (Bkz, Tevbe, 40)

Sığınakta geçirilen üçüncü günün sonunda kılavuzları ile birlikte Rasûl-i Ekrem, Hz. Ebû Bekir ve Âmir b. Füheyre, Medine'ye doğru yola çıktılar. Kafile, tuzağa düşmemek için kervanların izlediği işlek yolu değil, farklı bir güzergâh takip ediyordu. Kafile Medine'ye doğru ilerlerken birkaç defa engellenmek istenmiş fakat bu teşebbüsler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bunlardan en bilineni, Sürâka b. Mâlik’in teşebbüsüdür. Sürekâ, suikast için Rasûl-i Ekrem ve arkadaşlarına yaklaşınca atının ayakları sürçmüş, toparlanarak tekrar harekete geçmiş ancak ikinci teşebbüsünde de atının ayakları kuma saplanmış ve kendisi de yere düşmüştü. Ortada fevkalâde bir durum olduğunu anlayan Süreka, Hz. Peygamberden kendisini affetmesini istedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve arkadaşları dört kişiydi. İsteseler ona zarar verebilirlerdi. Ancak hiçbir zaman öç almayan Hz. Peygamber kendisini öldürmek isteyen Sürekâ’nın özrünü kabul ederek onu affetti. Hz. Peygamberin her emrini yerine getireceğini beyan eden Sürekâ’ya Hz. Peygamber; “Sen geride dur, arkamızdan gelenleri bırakma” dedi. O da yolda rastladıklarına, “Ben her tarafı arayıp taradım, hiçbir yerde onları bulamadım” diyerek onları geri çevirmiştir.

Hz. Peygamber ve beraberindekiler 12 Rebîülevvel 622’de Medine'ye 3 km. kadar uzaklıkta bulunan Kubâ’ya ulaştı. Burada on dört gün misafir olan Hz. Peygamber bu süre zarfında Kubâ mescidini inşa ettirdi. Kur'an-ı Kerim'de; “...İlk günden beri temeli takva üzere kurulan mescit, içinde namaza kılmana elbette daha lâyıktır...” (Tevbe, 108) şeklinde tavsif edilen mescit işte budur. Mekke'de kendisine bırakılan emanetleri sahiplerine iade ettikten sonra yola çıkan Hz. Ali Kuba’da Hz. Peygamber'le buluştu.

Hz. Peygamber bir cuma günü Kuba’dan Medine'ye doğru hareket etti. Ranuna vadisinin orta kısmındaki bir yerde Medine’de ilk cuma namazını kıldırarak yolculuğuna devam etti. Yolculuk esnasında önünden geçilen kabilelerin temsilcileri Hz. Peygamber’i davet ediyorlar, o ise devesinin kendi haline bırakılmasını istiyordu. Deve, iki yetim çocuğa ait bir arsanın üzerinde çöktü. Buraya evi en yakın olan Ebû Eyyûb el-Ensârî (Hâlid b. Zeyd), Hz. Peygamber’i mescidin (Mescid-i Nebevî) ve yanındaki odaların inşaatı tamamlanıncaya kadar evinde misafir etti.

Çıkarılacak bazı dersler

Hicret’te her Müslümanın sahip olması gereken Allah’a sonsuz güven duyma, sıkıntılara göğüs germe, fedakârlık gibi vasıflarından her biri için davranış örnekleri bulunmaktadır. Süheyb-i Rumi'nin başından geçenler bunlardan biridir. Kureyşliler onun Mekke'ye gelmeden önce hiçbir mal varlığı olmadığı, bütün malvarlığını Mekke'ye geldikten sonra kazandığı, hicret etmesi durumunda malına-mülküne el koyacakları tehdidi ile onu hicretten alıkoymaya çalışmış, bunun üzerine Süheyb (r.a.), bütün mal varlığını onlara terk ederek Medine'ye hicret etmişti. Allah Rasulü (s.a.s.) bunu öğrendiğinde; "Süheyb kazandı" (İbn Sa’d, c. 3, s. 227-229; M. Asım Köksal, İslam Tarihi, c, 3, s, 24-25) buyurdu.

Hicret hadisesinde en dikkat çeken husus, Rasûlüllah'ın alınabilecek her tedbiri alması, sebeplere sarılmasıdır. Evinden çıktığı andan itibaren “yanıltıcı bir rota çizerek” Medine kuzeyde olduğu halde, güneye doğru gitmeleri, Medine yolculuğu esnasında farklı bir rota izlemesi, kendisine henüz Müslüman olmayan ancak güvenilir bir kimse olan ünlü kılavuz Abdullah b. Üraykıt’ı kılavuz olarak seçmesi onun sebeplere önem verdiğinin ve stratejik dehasının örneklerindendir.

Nübüvvetin 13. yılında yapılan Akabe Biatı’nda kadınların da bulunmasını iyi tahlil edebilirsek, özellikle son yıllarda yapılan birçok tartışmanın gereksizliği kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

Hicretteki mucizelerden birisi de; evininin etrafı kuşatılarak suikast için beklenirken Hz. Peygamber’in evinden çıkıp gitmesini müşriklerin görememeleridir.

Hz. Peygamber’in bu yolculukta kendisine arkadaş olarak Hz. Ebû Bekir'i seçmesi de dikkat çeken hususlardan biridir. O, geçen on üç yılda olduğu gibi, bu uzun ve tehlikeli yolculukta da kendisini Hz. Peygamberin yoluna feda etmiş, çocuklarını, hizmetçisini ve malını bu yolda seferber etmiştir.

Hicret günü Hz. Peygamberin elinde müşriklere ait emanetler bulunmaktadır. Herkes kabul eder ki, insan emanetini ancak en çok itimat ettiği kimseye verir. Müşriklerin, emanetleri konusunda hâlâ onu tercih etmeleri ve onun da kendisinin canına kastedmeyi plânlayanların emanetlerini bile sahiplerine ulaştırmak için yerine bir vekil bırakması gözden kaçmamaktadır. Öte yandan, böylesi kritik bir durumda Hz. Ali (k.v.)’nin bir bakıma ölümü de göze alarak Hz. Peygamber’in yatağına yatması da efendimize bağlılığının bir nişânesidir.

İslâm tarihi açısından bir dönüm noktası olan hicret, Hz. Ömer tarafından hicrî takvimin başlangıcı olarak ilân edilmiştir.KAYNAK