23 Nisan 2010 Cuma

Cehennem Nedir ?.

Nasıl izah ediliyor?...

Cehennem`in kıyâmet denilen zamanda gelip dünyayı kuşatması ve yutması şöyle anlatılıyor:

Abdullah ibn-i Mes`ûd-dan naklolmuştur:

Rasûlullah şöyle buyurdu:

-O gün cehennem getirilecek!.. Onun 70 bin bağı olacak ve her bağ ile beraber cehennemi çeken 70 bin melek olacak.

Evet, böylece gelip dünyayı kuşatan Cehennemin ateşinin yâni radyasyonunun içinden istisnasız bütün insanlar geçecektir.

«SİZDEN HİÇ BİRİNİZ İSTİSNA EDİLMEKSİZİN (hepiniz) CEHENNEME UĞRAYACAKTIR. BU RABBIN KATINDA KESİNLEŞMİŞ HÜKÜMDÜR!..» (Meryem - 71)

«SONRA KORUNANLARI ORADAN KURTARACAĞIZ; NEFSİNE ZULMEDENLERİ İSE DİZÜSTÜ ORADA BIRAKACAĞIZ.» (Meryem- 72)

«ŞÜPHESİZ CEHENNEM HERKESİN GÜZERGÂHINDADIR» (Nebe21)

«O GÜN CEHENNEM GETİRİLMİŞTİR.» (Fecr - 23)

Gelip dünyayı kuşatan ve alevleri içinden istisnasız herkesin geçmek zorunda kalacağı bu CEHENNEM ne yapıyor şimdi?..

Kendi kendini yiyor!..

Hayır, espri yapmıyorum!.. Gerçeği anlatıyorum!.. Buyurun önce bu olayı Hazreti Resûl-i Ekrem`in ağzından mecâzi şekilde açıklanan ifadesini okuyalım:

Ebû Hureyre radiyallahu anh anlatıyor:

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu:

- Cehennem Rabbine şikayette bulunarak:

«Yâ rabbi kısımlarım birbirini yedi!..» dedi! Bunun üzerine Allah ona iki nefes vermesi için izin verdi. işte bulduğunuz şiddetli soğuk (kışın) cehennemin ZEMHERİR`inden; bulduğunuz yakıcı sıcak da onun SEMUM`undandır!..»

Evet, 1400 yıl öncesinin şartları içinde ancak bu kadar dile getirilebilir böylesine muazzam bir gerçek!..

Cennete girenler cehennemden geçip oradaki gerçeği gördükten sonra aralarında konuşurlarken, cehennem ateşini şöyle târif ederler:

«SEMUM`UN AZABINDAN BİZİ KORUDU!..» (Tûr - 27)

Şimdi önce birinci hususu anlamaya çalışalım.

«Cehennem kendi kendini yedi.» tâbiri neyi anlatmak istiyor?.. Güneş, tümüyle hidrojen gazından ibaret merkeze sahiptir ve burada 15 milyon derece civarında bir hararet mevcûttur!.. Bu hararet dolayısıyla sürekli nükleer tepkimeler olmakta ve hidrojen atomları kendi kendini yiyerek helyuma dönüşmektedir. Bu arada yediklerinden artanı (!) da dışarıya atmaktadır. Bu atıklar ise ta dünyaya, bizlere kadar ulaşmaktadır.

«Güneşin», pardon, «Cehennemin» yediklerinin artıkları nedir?..

"SEMÛM!.."

Nedir «nârı SEMÛM».?..

Arapçada «semûm» kelimesi iki mânâya gelir. Birincisi: «Gözeneklere (mesâmet) işleyen ışın». İkincisi: «Zehirleyici», ateş yâni radyasyon!..

Termonükleer tepkime içinde olan GÜNEŞ`in, bu tepkime sonucu yaydığı çeşitli radyasyonlar, ışınlar acaba bundan daha başka nasıl anlatılabilirdi 1400 küsûr yıl önce?..

Evet, Rasûlullâh, tamamıyle bilimsel gerçeklere dayanan din olgusunu en mükemmel şekilde açıklamıştır. Ne var ki, insanlar dine ilimle değil, şartlanmaların hükmü altındaki önyargı ile baktıkları için bu gerçekleri görmekten mahrum kalmışlardır.

Esasen dünyanın ve içindekilerin âkibeti, son derece açık seçik basîret sahiplerinin idrâkları önüne serilmiştir!.. Ancak ne var ki, çeşitli vesilelerle ortaya atılmış bulunan bu gerçekler, yüksek akıl sahipleri tarafından derlenip toparlanıp, sayısız mozaiklerden oluşan ana sistem olarak, bir resim gibi gözler önüne serilmemiştir!..işte bu mümkün olmamıştır geçmişte, bilimin yeterli düzeyde olmaması sebebiyle.

Günümüzde ise ilâhi lûtuf ve merhamet, bizlerin bu gerçeği öğrenmesine yol açmaktadır. Öyle ise aklımızı son zerresine kadar değerlendirip, 1400 sene öncesinden işaret edilen bu gerçekleri çok iyi idrâk etmeye çalışalım.

Dünya, tüm üzerindekilerle birlikte, neticede büyüyecek olan «Güneşin» yâni bir diğer ifade ile «cehennemin» içine girecektir!..

İnsan ise «ruh» beden ya da diğer bir ifade ile hologramik «dalga» bedeninin elde ettiği enerji durumuna göre ya dünya üzerinden kaçıp sayısız yıldızların boyutsal derinliklerindeki üst yaşam boyutlarına yâni cennetlere gidecek; ya da dünyanın ve hemen sonrasında da güneşin manyetik çekim alanından kendini kurtaramayarak; neticede, ebedi olarak cehennemin içinde yâni güneşin içinde kalacaktır!..

Zaten ilk anda kendilerini kurtaramayanların daha sonraki devirlerinde güneşin içinden çıkmaları gittikçe artan yoğunluk ve «karadeliğe» dönüşme olayı sebebiyle ebedîyyen mümkün değildir.

İşte bu yüzden cehenneme girip de oradan kaçamayanlar ebedî olarak orada kalıcıdırlar; cennetlere girenler de ebedî olarak orada kalıcıdırlar, denilmiştir!..

Acaba niye açık açık «Güneşin cehennem» olduğu tasrih edilmemiş de, sadece bir iki hadîste bu noktaya işaret edilip geçilmiştir?..

Üzerinde açık açık durulmamıştır. Çünkü, içinde bulunulan toplum zaten taşa toprağa, aya güneşe tapan bir toplumdur!.. Zaten insanlar, yıllar yılı aya, güneşe, yıldızlara tapagelmişlerdir!..

Bir de buna üstlük Hazreti Rasûlullâh «cehennemin güneş» olduğunu sarih bir şekilde açıklasa idi, gene insanların güneşe tapınmaya başlayıp, ondan meded dilenmeleri;

- Aman Güneş sen yücesin, ulusun bizi yakma!

diye secdelere kapanmaları son derece doğaldır!.. Düşünün ki, bugün bile Güneşi bayrak edinip, ona tapan; Güneşinoğlu`na âdeta ibâdet eden toplumlar yaşıyor dünya üzerinde.

Esasen şu gerçeği de gözlerden uzak tutmayalım;

İnsanlığın içinden sivrilen çok ender, beyinler dolayısıyla teknolojik bir sıçrama olmuş ve aya gidilmiş, Plütona uzanan uydular atılmış ise de; gerçekte, genel seviyesi itibariyle toplumlar hâlâ yüzyıllarca mazide yaşamaktadırlar. İster Amerikan toplumu için olsun, ister Sovyet toplumu için olsun, ister Japon toplumu için olsun bu böyledir!..

Yiyen, içen, zevk aldığı şeyler peşinde koşan, seks yapan, daha fazlasına sahip olmak için elinden geleni ardına koymayan, korktuğundan kaçıp sevdiğine erişmek için didinen; toplumun şartlanma yollu güttüğü insan!.. Asırlar ve asırlardır bu böyle süregeliyor!..

Bu süregelen gerçeklere insanın hakîkati ve gideceği yer itibariyle işaret etmiş olan son derece yüce insan Hazreti İsâ aleyhis`selâm!.. Allah bize değerini idrâk ettirsin. Ama ne çare ki 2000 senedir geçen milyonlar içinde hesaba ve kıyasa girmeyecek kadar az sayıda insan O`nu anlıyabilmiş!.. Sözlerine kulak vermiş! Milyarlık Hıristiyan kütlesinden sözediliyor günümüzde, oysa Hıristiyanların hiç birisi Hazreti İsâ`ya kulak vermiş değil!.. O`nun ne dediğini anlamış değil!..

Hazreti Rasûlullah Aleyhi`s-Selâm’ın bildirdiği üzere, kendisi hâlen yaşamakta olduğu âlemden geri dönecek, bir süre aramızda yaşayacak halkın yanlış anladığı gerçeklerin doğrusunu açıklayacaktır.

Ve insanlığa O`nun, gelişini müjdelediği zirvedeki insan:

Hazreti Muhammed Mustafa salla`llâhu aleyhi ve sellem!..

Olağanüstü bir beyin kapasitesi ile yaratılmış. İlâhi lûtuf ile insanların ve dünyanın gelecek aşamaları kendisine seyrettirilmiş. Mi`râc olayı ile boyut sıçraması yapıp, cennet ve cehennem yaşamlarını müşahede etmiş. Ve nihâyet tüm yaşamını, insanların gelecekte karşılaşacakları olaylara karşı almaları icabeden tedbirleri anlatmakla değerlendirmiş bir Zât!..

Geçmiş sayısız Nebi ve Rasûller insanlara özetle şunu vermeye çalışmışlar:

«Sayısız putlara ve hayalî TANRILARA tapınarak ömrünüzü boş ve faydasız şeyler ile harcamayın; âlemlerin, kâinatın, yerlerin ve göklerin yaradıcısı olan ALLAH`a ibâdet edin. Kimseye kötülük yapmayın, elinizden geldiğince insanlara hizmet edin. ALLAH`ın ne olduğunu tanımaya çalışın ki, O`nun halifesi olan kendinizde mevcût olan sayısız cevherleri değerlendirebilesiniz.»

İşte bu temâ, Hazreti İsâ Aleyhi`s-selâm`da son haddine varmış ve şöyle ifade olunmuş:

- Göklerin krallığına inanıyorsan, benimle beraber olmak istiyorsan, her şeyini terket ve benimle gel!..

Göklerin, yâni ölümötesi ebedî yaşamın krallığından sözeden Hazreti İsâ aleyhi`s-selâm, özellikle dünya krallığı peşinde koşan ve sadece yahûdî asâletine inanan ilkel beyinler tarafından kabûl edilmemiş; sayısız çilelere katlanmış ve nihâyet mucizevî bir olayla dünyadan ayrılmıştır.

Ve O`nun, gelişini müjdelediği Hazreti Muhammed Aleyhi`s-selâm!..

Dünyaya ve ölümötesine dair hiç bir gerçeğin eksik bırakılmadığı bir kitabı, insanlığa sunan Zât!..

Gerçek yaşamın dünya hayatı değil, ölümötesi ebedî yaşam olduğunu bütün yönleri ile açıklayan; ölümötesi yaşamın bütün aşamalarını teferruatıyla târif eden eşsiz insan!..

Allah`ın hükmü ve takdiri sonucu 1400 sene öncesinin çöl toplumu içinde dünyaya geliyor ve onlara hitap etme mecburiyeti içine, insanlığa gerçeğin mesajını ulaştırma görevini yükleniyor.

İlâhi seçim ve takdir sonucu, geleceğin getireceği tüm gerçekleri göreceksiniz ve geleceğin sayısız tehlikelerine karşı insanlığı uyarmak görevini yükleneceksiniz. Ne yazık ki insanlık sizi anlama basîretinden son derece uzak olacak!..

Gerçekleri anlatmaya kalksanız, akıllar-hafsalalar sizi değerlendiremeyecek ve sizi inkâra gidecekler!..

Anlatmaya çalıştınız!.. Akılları reddetmesin, hafsalaları isyân edip mahrum olmasınlar diye meselelere ancak misâl yollu, mecâz yollu, benzetme yollu yaklaşıp, geleceğin tehlikelerinden söz edeceksiniz!.. Ve buna rağmen inkâr edileceksiniz!..

Mecnûn, deli, diyecekler!..

Büyücü diyecekler!..

Cinler zaptetmiş, onlar konuşturuyor, diyecekler!..

Siz, insanlığın içine gitmekte olduğu ateşi görüp, onların kendilerini, tedbir almayarak ateşe atmalarından büyük üzüntü duyacaksınız; onlar ise sizinle alay edecekler!..

Acaba kim katlanabilir böyle bir olaya.

Ve bırakın o günküleri bir yana.

Acaba bizler, fark edebildik mi gerçekleri 2000 yılının eşiğinde?

İlmin tüm verilerine rağmen!.. Resûl-i Ekrem’in 1400 yıl öncesinden bizi uyarmak için elinden geleni yapmasına rağmen!..

Bizim anlayışımıza göre, insanlık 2000 yılının eşiğinde olmasına rağmen, el`ân, Hazreti Muhammed`den önceki, gerçekleri görememe devrini yaşamaktadır.

Din nedir?..

Din niyedir?..

Allah Rasûlü’nün ortaya koyduğu, uyulması gerekli, ya da zorunlu kuralların sebebi nedir?

Din sadece bir inanç olayı mıdır?..

Dinin bilimsel bir temeli var mıdır?..

İnsanlık niçin dini tatbik mecburiyetindedir?..

Evet, şimdi, İslâm Dininin temelinde yatan bir kısım bilimsel gerçekleri; ve «niçin Din?» sorusunun cevabını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışalım.KAYNAK