24 Kasım 2008 Pazartesi

Isı Değişikliklerine Dikkat!

Mikroplar kış aylarında uygun ortam oluştuğu için vücutta daha kolay tutunabilecekleri yer buluyor ve solunum enfeksiyonlarına neden olabiliyor.

Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Levent Akın, hava değişimine bağlı olarak soğuk havada yaşayabilen mikropların aktif hale geçtiğini belirterek, "Bu mikroorganizmalar kış aylarında uygun ortam oluştuğu için vücutta daha kolay tutunabilecekleri yer buluyor ve solunum enfeksiyonlarına neden olabiliyor" dedi.

Akın, yaptığı açıklamada, havaların soğumasıyla birlikte kişilerin bağışıklık sisteminin zayıfladığını, soğuk havada üreyerek yayılabilen mikroorganizmaların kolaylıkla insanlarda tutunarak solunum yolu enfeksiyonlarına yol açtığını söyledi.

Sonbahar ve kış mevsiminde, enfeksiyonlar yönünden çeşitli risk faktörleri olduğunu belirten Akın, "Soğuk havayla birlikte kapalı mekanların yeterince havalandırılmaması, çocukların okul ve kreşlerde uzun süre vakit geçirmesi ve temizlik koşullarına dikkat edilmemesi ortamdaki mikrobun yayılmasına fırsat veriyor" diye konuştu.

Akın, mikroorganizmaların her dönemde insan vücudunda bulunduğunu ancak uygun ortam olmadığı için hastalıklara yol açmadığını, bazılarının sıcak bazılarının da soğuk havalarda etkili olduğunu anlattı.

Yaz aylarında ishal gibi bağırsak sistemini etkileyen mikroorganizmaların yaygın olarak görüldüğünü belirten Akın, kış aylarında ise grip, nezle, sinüzit, zatürre, bronşit, beta, orta kulak, bademcik ve ses teli iltihabı gibi çeşitli solunum yolu enfeksiyonlarıyla karşılaşıldığını kaydetti.

Akın, mikroorganizmaların sıcaklık değişimlerinden çok etkilendiğini ifade ederek, "Sıcak havada etkili olan mikrop, hava sıcaklıkları düştüğünde ölmüyor ancak aktif olma özelliğini kaybediyor. Bu nedenle de hastalık yapamıyor" dedi.

İnsanların, bağışıklık sistemlerinin ve savunma mekanizmalarının da hava değişiminden olumsuz etkilendiğini dile getiren Akın, mevsime bağlı sıcaklık farklılıkların yanı sıra özellikle kış aylarında odalar arasındaki ani ısı farkının da mikroorganizmaların harekete geçmesini tetikleyen bir unsur olduğunu vurguladı. Akın, şunları kaydetti:

"Odalar arasındaki ani sıcaklık değişimi, kişinin savunma sistemini olumsuz etkilemektedir ve ortamdaki herhangi bir mikrobun kişiye tutunarak üremesine ve hastalık yapmasına fırsat vermektedir. Evin bir odasının diğer odalara göre daha sıcak ya da soğuk olması kesinlikle sağlıklı değildir. Tüm odalardaki sıcaklığın benzer olması halinde kişilerin savunma mekanizması kendini ona göre ayarladığı için hastalık söz konusu olmamaktadır. 2-3 derecelik oynamalar doğaldır."

Havaların soğumasıyla birlikte kapalı mekanlarda geçirilen zamanın arttığını, bunun mikropların daha kolay yayılmasını kolaylaştırdığını dile getiren Akın, "Odalar, ortamdaki havanın soğumaması için, gün içerisinde yeterli havalandırılmıyor. Bu durumda içerdeki hava daha çok solunmak zorunda kalınıyor. Özellikle, okul, kreş gibi ortamlarda, çocuklardan birinde bulunan mikrop, kısa zamanda bir çok çocuk tarafından solunarak alınıyor" diye konuştu.

Akın, toplu taşım araçlarının da hastalıkların yayılması açısından önemli bir risk faktörü olduğunu belirterek, sınıfların, ev içerisindeki odaların, otobüs, minibüs gibi toplu taşım araçlarının mutlaka gün içerisinde bir kaç defa en az 15-30 dakika havalandırılması gerektiğini söyledi.

Oda sıcaklığının 20-22 derecede tutulmasının uygun olduğunu ifade eden Akın, odanın mümkün olduğunca nemlendirilmeye çalışılması gerektiğini de belirtti.

Akın, solunum yolu hastalıkların, ani ateş, boğazda yanma hissi, nefes alıp vermede sıkıntı ile kendini gösterdiğini söyledi. BETA dışında bu hastalıklar için antibiyotik kullanımının faydalı olmadığına dikkati çeken Akın, "Bol sıvı alınmalı, gün içerisinde taze meyve suyu tüketilmeli ve kesinlikle gazlı içecekler tüketilmemeli. Çünkü, bunlar mikroplar için uygun ortam hazırlanmasına yardımcı olur" diye konuştu.

Akın, hastalıktan korunmak için ve hastalık sürecinde C vitamini desteğinin önemli olduğunu belirterek, şunları kaydetti: "C vitamini, doku tamiri için faydalıdır. Ayrıca, tarhana, mercimek, şehriye çorbası gibi enerjiden zengin gıdalar alınmalı, protein ihtiyacının karşılanması için bol yoğurt tüketilmeli. Baş ağrısına karşı ağrı kesici kullanılmalı. Gerektiğinde burun akıntısı için tuzlu su (serum fizyolojik) kullanılmalı. El temizliğine özen gösterilmeli, eller gün içerisinde 3-4 kez yıkanmalı."KAYNAK

17 Kasım 2008 Pazartesi

Rasulullah'ın Ölüm Telakkisi


Hayat ne kadar gerçekse ölüm de o kadar gerçektir. Fakat insanoğlunun hayatına bakıldığında sanki diliyle söylediği halde yaşantısıyla “Hayat gerçek, ama ölüm yalan” görüntüsü veriyor.
İş­le­ri­ne ba­kı­yor­su­nuz, hiç de bir gün öle­cek in­sa­nın iş­le­ri­ne ben­ze­mi­yor. Rab­bi­miz bu ger­çe­ği ne de gü­zel ifa­de bu­yu­ru­yor: “Öy­le bi­na­lar edi­ni­yor­su­nuz ki, san­ki için­de ebe­di ka­la­cak­sı­nız” [26:129]

Her ge­ce bir ölüm, her sa­bah bir di­ri­liş­tir. Uy­ku ölü­mün kar­de­şi­dir, öl­me­nin pro­va­sı­dır. Gün­düz ya­şar, ge­ce ölür, sa­bah yi­ne di­ri­li­riz. Tıp­kı kış­tan son­ra ba­ha­rın ge­li­şi ile ta­bia­tın di­ril­di­ği gi­bi.

Ölüm, ken­di­sin­den ka­çış ol­ma­yan ve her can­lı var­lı­ğın ta­da­ca­ğı bir son­dur. Rab­bi­miz bu­yu­rur: “Her ne­re­de olur­sa­nız olun ölüm si­zi ge­lip bu­lur, sarp ve sağ­lam ka­le­ler için­de ol­sa­nız bi­le.” [4:78] ve “Her ne­fis ölü­mü ta­da­cak­tır.” [3:185] ayet-i ke­ri­me­le­ri bu­nu açık ve net bir şe­kil­de ifa­de et­mek­te­dir.

Ölüm­den ka­çış müm­küm ol­ma­dı­ğı­na gö­re; ölüm ve son­ra­sı için ha­zır­lık­lı ol­mak, ge­re­kir. Her ko­nu­da ol­du­ğu gi­bi bu ko­nu­da da Pey­gam­be­ri­miz biz­le­re yol gös­ter­mek­te­dir.

Yi­ne İbn-i Ömer (ra) an­la­tı­yor: “Re­su­lul­lah (s.a.v) ile bir­lik­te idim. En­sar­dan bir zat ge­le­rek Re­su­lul­lah’a se­lam ver­di. Son­ra da: “Ey Al­lah’ın Re­­lü! Mü’min­le­rin han­gi­si en fa­zi­let­li­dir?” di­ye sor­du. Re­su­lul­lah (sav): “Hu­yu en iyi­si­dir!” bu­yur­du­lar. Adam: “Mü’min­le­rin han­gi­si en akıl­­dır?” di­ye sor­du.Re­su­lul­lah: “Ölü­mü en çok ha­tır­la­yan­dır ve ölüm­den son­ra­sı için en iyi ha­zır­­ğı ya­pan­dır. İş­te bun­lar en akıl­lı kim­se­ler­dir” bu­yur­du­lar.”

İs­lam inan­cı­na gö­re ölüm yok­luk de­ğil, Yü­ce Dos­ta/Al­lah’a ka­vuş­ma­dır. Hz. Pey­gam­ber: ”Al­lah`ım ölü­mün şid­det ve sı­kın­­la­­na kar­şı ba­na yar­dim et ve be­ni Re­fik-i A`la`ya ilet (Be­ni Yü­ce Dos­ta ka­vuş­tur) bu­yur­mak­ta­dır. (Tir­mi­zi, İbn-i Ma­ce)

Yi­ne Hz. Pey­gam­ber ölü­mü te­men­ni et­me­me­mi­zi an­cak mec­bur ka­lın­dı­ğın­da şu şe­kil­de ha­re­ket et­me­mi­zi tav­si­ye et­mek­te­dir. Hz. Enes (r.a) an­la­tı­yor: “Re­sû­lul­lah (sav) şöy­le bu­yur­du­lar: “Siz­den hiç kim­se, ma­ruz kal­­ğı bir za­rar se­be­biy­le ölü­mü te­men­ni et­me­sin. Mut­la­ka bu­nu yap­mak mec­bu­ri­ye­ti­ni his­se­der­se, ba­ri şöy­le söy­le­sin: “Rab­bim, hak­kım­da ha­yat ha­yır­lı ise be­ni ya­şat, ölüm ha­yır­lı ise ca­­mı al!” (Bu­ha­rî, Müs­lim)

Ölüm ha­di­se­siy­le kar­şı­la­şan kim­se­nin is­tir­ca da bu­lu­nul­ma­sı­nı ya­ni; ”Her­han­gi bir ku­lun ba­şı­na bir mu­si­bet ge­lir de” biz Al­lah’dan gel­dik Al­lah’a dö­ne­ce­ğiz. Al­lah’ım ba­şı­ma ge­len mu­si­be­tin ec­ri­ni ver ve ba­na bun­dan da­ha ha­yır­­­nı lut­fet.” [2:156] di­ye du­a edil­me­si­ni is­te­mek­te­dir.

Ölen­le­rin ar­ka­sın­dan Sev­gi­li Pey­gam­be­ri­miz de üzül­müş ve ağ­la­mış­tır. Ha­yat­ta en bü­yük yar­dım ve hi­ma­ye­si­ni gör­dü­ğü am­ca­sı Ebu Ta­lib`in ölü­mü­ne Ra­su­lul­lah (sav) çok üzül­müş­tü. Yal­nız­ca ölü­mü­ne de­ğil, onun in­kar üze­re öl­me­si­ne da­ha da çok üzül­müş­tür. Kı­sa bir sü­re son­ra, yir­mi­beş yıl­lık ha­yat ar­ka­da­şı, Pey­gam­ber­li­ği­ni ilk tas­dik eden, her­ke­sin ken­di­si­ni hor­la­yıp dış­la­dı­ğı bir dö­nem­de, bü­tün ma­lı­nı mül­kü­nü O’na ve O’nun kut­lu da­va­sı­na se­fer­ber eden asil ka­dın Hz. Hatice (ra) de ve­fat edin­ce Hz. Pey­gam­be­rin üzün­tü­sü da­ha da art­mış­tı. Hat­ta Ra­su­lul­lah o yı­lı: “Hü­zün Yı­lı” ola­rak ad­lan­dır­dı.O, ço­cuk­la­rı­nın an­ne­si, tev­hid mü­ca­de­le­sin­de her­ke­sin terk edip yüz çer­vir­di­ği gün­ler­de, gü­zel ve ye­rin­de na­si­hat­la­rı ile O’nu te­sel­li edip hu­zu­ra ka­vuş­tu­ran­dı. Bu se­bep­le Hz. Pey­gam­ber on­dan ra­zı ve hoş­nut idi. Onun sağ­lı­ğın­da baş­ka bir ka­dın ile ev­len­me­di. Onu dai­ma gü­zel­lik­le ha­tır­lar ve ona du­a eder­di. Ka­dın­lık gay­re­ti ile Hz. Ai­şe: ”Ey Al­lah’ın Ra­su­lü, dai­ma Ha­ti­ce’yi ha­tır­lı­yor­su­nuz. Ha­ti­ce dul ve ih­ti­yar bir ka­dın­dı. Ya­şı­nı ba­şı­nı al­mış, ağ­zın­da diş kal­ma­mış­tı. Al­lah, sa­na on­dan da­ha ha­yır­lı­sı­nı ver­di. El­bet­te be­ni on­dan da­ha çok se­ver­si­niz de­ğil mi?”, de­yin­ce, Al­lah’ın el­çi­si: “Ha­yır! Al­lah’a ye­min ol­sun ki, ba­na on­dan da­ha ha­yır­lı bir ka­dın mü­yes­ser ol­ma­dı. Kim­se be­ni tas­dik et­mez­ken, o be­ni tas­dik et­ti. Baş­ka­la­rı be­ni mah­rum eder­ken, o ma­­nı ver­di. Be­nim, ai­lem­de yal­nız bir dos­tum var­dı o da Ha­ti­ce idi”, di­ye ve­vap ver­di. (Müs­net, Ah­met b. Ham­bel)

Hz. Hatice (ra) ve­fat et­ti­ğin­de onu ken­di el­le­riy­le def­net­ti. Da­ha son­ra­la­rı sık sık me­zar­lı­ğa gi­dip onun kab­ri­ni zi­ya­ret ede­rek ona du­a eder­di. Al­lah’ın Ra­su­lu ömür bo­yu Hz. Hatice (ra)’ı­ hep ha­yır­la yad edib, dost­la­rı­na ik­ram et­miş­tir. Ona olan sev­gi ve mu­hab­be­ti hiç bir za­man ek­sil­me­miş­tir.

Al­lah’ın Ra­su­lu ve­fa­da, sev­gi ve şef­kat­te zir­ve in­san­dı. Enes bin Ma­lik an­la­tı­yor: ”Ra­su­lul­lah (sav) le bir­lik­te ru­hu­nu tes­lim et­mek üze­re olan oğ­lu İb­ra­hi­min ya­nı­na gi­rin­ce, göz­le­rin­den yaş­lar bo­şan­ma­ya baş­la­dı. Bu­nun üze­ri­ne, Ab­dur­rah­man ibn-i Avf: “Ey Al­lah’ın Ra­su­lu! Siz de mi ağ­lı­yor­su­nuz?”, di­ye sor­du. Hz. Pey­gam­ber ona; “Ey İbn-i Avf! Bu gör­­ğün göz­yaş­la­rı Rah­met ve şef­kat ese­ri­dir” ce­va­­nı ver­di. Son­ra şun­la­rı ila­ve et­ti: ” Göz ya­şa­rır, kalp hü­zün­le­nir. Biz an­cak Rab­bi­mi­zin ra­zı ola­ca­ğı söz­le­ri söy­le­riz. Ey İb­ra­him! Se­ni kay­bet­mek­ten do­la­yı ger­çek­ten üz­­nüz” bu­yur­du. (Bu­ha­ri, Müs­lim)

Bu Ha­dis-i Şe­rif­te gö­rül­dü­ğü gi­bi, ce­na­ze­nin ar­dın­dan göz­ya­şı dök­mek, sev­gi ve mer­ha­me­tin ifa­de­si­dir. Ra­su­lul­la­hın men et­ti­ği ağ­la­ma şek­li ise ba­ğı­rıp ça­ğı­ra­rak, saç baş yo­la­rak, ağıt ya­ka­rak, is­yan do­lu ağ­la­ma­dır.

Yi­ne Enes ib­ni Ma­lik’den ri­va­yet edil­di­ği­ne gö­re, Ne­bi (sav), ço­cu­ğu­nun me­za­rı ba­şın­da ba­ğı­ra ba­ğı­ra ağ­la­yan bir ka­dı­nın ya­nın­dan geç­ti. Ona: “Al­lah’tan kork ve sab­ret!” bu­yur­du. Ka­dın: “Çek git ba­şım­dan; zi­ra be­nim ba­şı­ma ge­len fe­la­ket se­nin ba­şı­na gel­me­miş­tir”, de­di. Ka­dın Hz. Pey­gam­be­ri (sav) ta­nı­ya­ma­mış­tı. Ken­di­si­ne onun Pey­gam­ber ol­du­ğu­nu söy­le­di­ler. Bu­nu du­yar duy­maz Pey­gam­be­rin (sav) ka­pı­sı­na koş­tu (özür be­yan et­mek üze­re Hz. Pey­gam­be­re): “Si­zi ta­nı­ya­ma­dım”, de­di. Pey­gam­ber de: “Sa­bır de­di­ğin, fe­la­ket­le kar­şı­laş­tı­ğın ilk an­da da­yan­mak­tır”, bu­yur­du. (Bu­ha­ri, Müs­lim) Ra­su­lul­lah (sav) ka­dı­nın için­de bu­lun­du­ğu ha­let-i ru­hi­ye­yi dik­ka­te ala­rak üs­te­le­me­den yo­lu­na de­vam edip gi­di­yor. Şa­yet üs­te­le­ye­cek ol­sa ka­dın da­ha ağır ve aşı­rı söz­ler söy­le­ye­cek ve teh­li­ke­li bir du­ru­ma dü­şe­cek­ti.

Müs­lü­ma­nın iman­da­ki ol­gun­lu­ğu bi­raz da ölüm olay­la­rı­na gös­ter­di­ği sa­bır­la öl­çü­lür. Hal­kın, özel­lik­le de ka­dın­la­rın, öle­ne ağıt ya­ka­rak ağ­la­ma­la­rı, hü­ner ve ma­ri­fet de­ğil­dir. Asıl ma­ri­fet; o acı­lı ânı, ka­de­re rı­za gös­te­re­rek at­lat­mak­tır. Böy­le an­lar­da in­sa­nı bek­le­yen teh­li­ke, yu­ka­rı­da­ki ha­dis­de gö­rül­dü­ğü gi­bi, Pey­gam­be­ri ve hat­ta Al­lah Te­âlâ­yı red an­la­mı­na ge­le­cek söz­ler sar­fet­mek­tir. Zi­ra üzün­tü anın­da in­sa­nın di­ren­ci za­yıf ol­du­ğu için, ağ­zın­dan çı­kan söz­le­ri kon­trol et­me­si fev­ka­la­de güç­tür. Böy­le­si hal­ler­de ol­gun Mü’min­ler: ”İn­nâ lil­la­hi ve İn­nâ İley­hi Ra­ciu­un.” “Biz Al­lah’tan gel­dik yi­ne ona dö­ne­ce­ğiz”, di­ye­rek tes­li­mi­yet gös­te­rir ve sab­re­der­ler.

Üsa­me İb­ni Zeyd (ra) şöy­le de­miş­tir: Ra­su­lul­la­hın kız­la­rın­dan Zey­neb, Ne­bî (sav)’e adam gön­de­re­rek, ço­cu­ğu­nun öl­mek üze­re ol­du­ğu­nu ha­ber ver­di. Ra­su­lul­lah (sav) ha­ber ge­ti­ren kim­se­ye: “Ona dön ve şu­nu bil­dir ki, alan da, ve­ren de Al­lah’tır. Onun ka­tın­da her şe­yin bel­li bir ece­li var­dır. Sab­ret­sin ve ec­ri­ni Al­lah’tan bek­le­sin’’ bu­yur­du: Hz. Pey­gam­be­rin bu tav­si­ye­si üze­ri­ne Hz. Zey­neb ba­ba­sı­na: Ne olur, mut­la­ka gel­sin”, di­ye tek­rar ha­ber yol­la­dı. Bu de­fa Pey­gam­ber ba­zı sa­ha­be­ler­le kal­kıp kı­zı­na git­ti.Ço­cu­ğu Hz. Pey­gam­be­rin ku­ca­ğı­na ver­di­ler. Yav­ru­cak pek zor ne­fes al­mak­tay­dı.Ra­su­lul­la­hın göz­le­rin­den yaş­lar bo­şan­dı. Du­ru­mu gö­ren Sa’d İbn-i Uba­de: Ey Al­la­hın Ra­su­lü! Bu ne hal­dir? de­di. Ne­bi (sav) de: “Bu, Al­lah’ın, di­le­di­ği kul­la­rı­nın kal­bi­ne koy­du­ğu bir rah­met­tir.Za­ten Al­lah an­cak ,mer­ha­met­li kul­la­rı­na rah­met eder” bu­yur­muş­tur. (Buhari, Müs­lim)

Bu Ha­dis­ten, ya­kın­la­rı ve­fat et­miş ve­ya ve­fat et­mek üze­re olan ki­şi­le­re ne­ler tav­si­ye et­mek ge­rek­ti­ği­ni öğ­ren­mek­te­yiz. Böy­le na­zik za­man­lar­da, ba­zı de­ğiş­mez ger­çek­le­ri ha­tır­lat­mak, in­sa­nı tes­kin ve te­sel­li eder. Üzün­tü­den ne yap­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni şa­şır­mış, ağ­zın­dan çı­ka­nı ku­la­ğı duy­ma­ya­cak ha­le gel­miş in­san­la­ra bu tür ha­tır­lat­ma­lar­da bu­lun­mak, hem gö­nül­le­ri­ni al­ma­ya ve­si­le olur, hem de sa­bır ve tes­li­mi­yet gös­ter­me­le­ri­ne yar­dım eder.

Ay­rı­ca, Ca’fer’in ölüm ha­be­ri gel­di­ği za­man, Re­sü­lul­lah (sav): “Ca’fer ai­le­si için ye­mek ya­pın! Çün­kü on­la­ra, on­la­rı meş­gul eden (ha­ber) gel­di!“ bu­yu­ra­rak ce­na­ze sa­hip­le­ri­ne ya­pıl­ma­sı ge­re­ken va­zi­fe­yi de öğ­ret­miş­tir.

Ra­su­lul­lah (sav) inanç ayı­rı­mı yap­ma­dan bü­tün has­ta­la­rı zi­ya­ret et­miş, ce­na­ze­le­re de hür­met gös­ter­miş­tir.Bir gün yol­dan bir Ya­hu­di­nin ce­na­ze­si ge­çi­yor­du. Hz. Pey­gam­ber onu gö­rün­ce aya­ğa kalk­tı. Bir baş­ka ri­va­yet­te sa­ha­be­le­rin, ge­çe­nin bir ya­hu­di ce­na­ze­si ol­du­ğu­nu ha­tır­lat­ma­la­rı üze­ri­ne Efen­di­miz: “O da bir in­san­dı“ bu­yur­du. (Ne­se­î)

Ölüm dü­şün­ce­si in­sa­nı dün­ye­vi­leş­mek­ten, hak­sız­lık ve zu­lüm yap­mak­tan ko­rur. İn­sa­nın kal­bi­nin ka­ra­rıp ka­tı­laş­ma­sı­na ma­ni olur.

Ya­zı­mı­zı yi­ne O’nun ikaz­la­rı ile bi­ti­re­lim: Bir gün Efen­di­miz (sav): ”De­mi­rin pas­lan­dı­ğı gi­bi kalp­ler de pas­la­nır.” Sa­ha­be: Onun ci­lâ­sı ne­dir? Ya Ra­su­lul­lah! de­dik­le­rin­de: “Ölü­mü çok­ça ha­tır­la­mak ve Kur’an oku­mak­tır.” bu­yur­du­lar. (Tir­mi­zi, İbn-i Ma­ce)KAYNAK

7 Kasım 2008 Cuma

Kılıç Sapını Kesebilir mi?

Uzak yerlerden bir merhametli dost, Yusuf-u Sıddıyk'a konuk oldu. Çocukluktan beri birbirlerini tanırlardı. Eskiden beri aşinalık yastığına yaslanmışlardı. Konukla, Yusuf'a kardeşlerinin yaptığı cefayı, onların hasetlerini konuştular. Yusuf "o haset ve cefa, zincirdi; biz de aslandık.

Aslanın zincire vurulması ayıp değildir. Bizim Allahnın kaza ve kaderinden şikayetimiz yok. Aslan, boynunda zincir bulunmakla beraber bütün zincir yapanlara beydir" dedi. Dostu Yusuf'a "Zindanda ve kuyuda ne haldeydin?" dedi. Yusuf cevap verdi:

"Ay, bedir halinden çıkar ve eski ay haline gelir ya... işte öyle" Eski ay görünmez, sonra hilal olur da iki büklüm bir halde görünür. Fakat sonunda yine gökte bedir haline gelmez mi? İnci tanesini havanda döverler ama kadri yine yücedir, ya ilaç olarak göze çekilir, yahut macun haline getirilir, kalp ferahlığı için yenir. Buğdayı toprak altına attılar ama sonradan topraktan başaklar çıktı. Ondan sonra değirmende öğüttüler, değeri arttı, cana can katan gıda oldu. Sonra ekmeği bir kere daha diş altında ezdiler; akıllı kişiye akıl ve idrak oldu.

Daha sonra da o can, aşkta mahvoldu da Hak yolunda ekildikten sonra mahsul verdi, ekincileri hayrete düşürdü. Bu sözün sonu gelmez. Sen, o iyi adamın Yusuf'a ne dediğini anlatmaya başla.

Yusuf, başından geçenleri anlattıktan sonra " Eh...bize ne armağan getirdin, bakalım?" dedi. Ey ulu kişi! Dostları görmeye eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer. Ulu Allah bile mahşer günü, halka " Kıyamet günü için armağanın nerede;

Bize yapayalnız, azıksız, adeta sizi yarattığımız gibi geldiniz. Kendinize gelin! Kıyamet günü için ne hediyeniz var, ne getirdiniz? Yoksa tekrar dönüp geleceğinizi ummuyor muydunuz, size bugünün vadesi batıl mı göründü ki? Der. Ona konuk olacağımızı inkar ediyorsan bu mutfaktan ancak toprak ve kül alabilirsin.

İnkar etmiyorsan niçin böyle elin boş. O sevgilinin kapısına böyle nasıl ayak atacaksın? Yemeyi, uyumayı biraz azalt da onunla görüşmek için bir armağan götür. Geceleri az uyuyanlardan seher çağlarında istiğfar edenlerden ol.

Sen de rahimdeki çocuk gibi az oyna da sana da nurları gören duygular bağışlasınlar. Rahim gibi olan dünyadan çıkınca yeryüzünden daha geniş bir sahaya dalacaksın. "

Allah yeri geniştir" derler ya; o geniş yer, bil peygamberlerin gidip daldıkları sahadır. O geniş sahada gönül daralmaz; yaş ağaç, orada kuru dal haline gelmez.

Şimdi duygular, sen de. Fakat bir gün yorgun, bitkin, baş aşağı bir hale geleceksin. Uykuda duygularını taşımazsın, duygular seni taşır. Bu yorgunluk, bitkinlik gider, eziyetten, sıkıntıdan kurtulursun. Sen uyku halini, velilerin uyanıkken de duygularını taşımamaları halinde bir çeşni bil. Be inatçı; veliler, Eshab'ı Kehf'dir. Ayakta olsalar da, yürüyüp gezseler de uykudadırlar. Allah, onları, kendilerinin haberi olmadan işletir; sağa sola çevirir. O sağa çevrilme nedir? İyi iş. Ya sola çevrilme? O da bedene, varlığa ait işler.

Bu iki hal de peygamberlerden, dağdan ses gelir gibi zuhur eder. Onların, her ikisinden de haberleri yoktur. Dağ, hayır olsun, şer olsun... Senin sesini sana verir, duyurur. Fakat ikisinden de bihaberdir.

Yusuf "Hadi, armağanını çıkar" deyince konuk, bu istekten utanıp adeta figan ederek."Sana getirmek için ne kadar armağan aradıysam hiçbir şeyi beğenmedim, layık görmedim. Bir habbeyi alıp da madene, bir katrayı alıp da ummana nasıl götürebilirim?

Sana gönül ve can bile getirsem Kirman'a kimyon götürmüş sayılırım. Senin, misli olmayan güzelliğinden başka bir tohum yoktur ki bu ambarda olmasın. Sana gönül nuru gibi bir ayna getirmeyi layık gördüm.

Ey güneş gibi gökyüzünün ışığı olan güzel! Ona baktıkça kendi güzel yüzünü görürsün. Gözümün nuru, sana ayna getirdim, ona bakıp yüzünü gördükçe beni hatırlarsın" dedi. Koynundan aynayı çıkarıp sundu. Güzeller, aynayla meşgul olurlar.

Varlığın aynası nedir? Yokluk. Ahmak değilsen yokluğu ihtiyar et. Varlık, yoklukta görünebilir. Zenginler, yoksula cömertlik edebilirler. Ekmeğin saf aynası açtır; kav da çakmak taşının aynasıdır. Bir yerde yokluk ve noksan oldu mu...bu, bütün sanatların güzelliğine aynadır.

Elbise biçilmiş, dikilmiş olursa terzinin mahareti görünebilir mi? Budaklar yontulmamış olmalı ki marangoz onu yontsun, rendelesin... Ondan asla, yahut fer'e ait bir şey yapsın. Usta kırıkçı nerede ayağı kırılmış varsa oraya gider. Hasta ve arık kişi olmazsa tıp sanatının güzelliği nasıl görünür? Ey ulu kişi! Bakırların bayalığı, aşağılığı olmasa kimya nasıl olur da zuhur eder?

Noksanlar, kemal vasfının aynasıdır. O horluk, yücelik ve ululuğa aynadır. Çünkü yakinen zıt, zıddı gösterir. Ondan dolayı bal, sirke ile görünür, (sirkengebin olur) Kim, kendi noksanını görüp anlarsa yedeğinde dokuz at olduğu halde tekemmül yolunda koşar. Kendisini kamil sanan, ululuk sahibi Allahnın yolunda uçamaz. Ey mağrur ve sapık! Canında kendini kamil sanmaktan daha beter bir illet olamaz. Senden bu kendini beğenme defoluncaya kadar gönlünden de çok kan akar, gözünden de! İblis'in illeti "Ben, Adem'den hayırlıyım" demesiydi. Bu hastalık, her mahlukta vardır. Bu hastalığa müptela olan, kendisini hor görse bile sen onu, altında pislik olan saf su bil!

İmtihan kasdıyla onu bir karıştırsan hemen su bulanır, pislik rengini alır. Ey yiğit! Irmak sana saf ve berrak görünüyor ama senin ırmağının dibinde de pislik var. Yol bilen anlayışlı pir, Nefs-i küll bağlarına ark kazıcıdır. Irmak, kendisini nereden temizleyecek? İnsanın bilgisi, Allah bilgisiyle fayda verir. Kılıç sapını kesebilir mi? Yürü, bu yarayı bir cerraha göster. Kimse, yarasının kötülüğünü görmesin diye her yaranın üstüne sinek düşer.

O sinekler; senin düşüncelerin, mallarındır; yaran da ahvalindeki zulmet! Eğer oyaraya pir merhem korsa o zaman derdin iyileşir, feryat ve figanın kesilir. Yara sahibi, merhem konunca sıhhat buldum sanır. Halbuki hakikatte oraya merhemin ışığı vurmuştur.

Kendine gel, ey sırtı yaralı, merhemden baş çekme; iyileşince de kendi kendime iyileştim deme, sıhhati merhemden bil!
Kaynak:Mesnevi Cilt 1