16 Aralık 2009 Çarşamba

İbretlerle Dolu Bir Yolculuk Medine'ye Hicret

Hicret, Müslümanlar için Mekke'de artarak devam eden baskı, zulüm ve diğer olumsuz şartlar sebebiyle Hz. Peygamber ve Mekkeli Müslümanların 622'de Mekke’den Medine'ye göçüne verilen isimdir.

Medine’ye hicretin gerçekleştirildiği yıllarda Hz. Peygamber Müslümanların can güvenliğini temin etmek ve İslâm’ı daha uygun bir zeminde yaymak için merkez olabilecek bir yurt arayışı içindeydi. İşte Yesrip (Medine) bu gayeleri gerçekleştirebilmek için stratejik öneme sahip bir yerdi.

Nübüvvetin on birinci yılında, Medineli altı kişi, Akabe'de Hz. Peygamberle buluşmuş ve gelecek yıl tekrar görüşmek üzere sözleşmişlerdi. Ertesi yıl hac mevsiminde, içlerinde bir yıl önce Müslüman olan altı kişiden beşinin de hazır bulunduğu on iki kişilik bir topluluk “Birinci Akabe”de gece vakti Hz. Peygamberle buluşarak beyat ettiler. Medineliler bu görüşmede Hz. Peygamberden, İslâm dinini anlatacak ve namazlarda imamlık yapacak bir kimse istediler. Hz. Peygamber de onlara Mus'ab b. Umeyr'i gönderdi. Bu bir bakıma Medine’ye yapılan ilk hicret sayılabilir.

Birinci Akabe Biatı’ndan bir yıl sonra yine hac mevsiminde Mus’ab b. Umeyr ile birlikte ikisi kadın olmak üzere yetmiş iki (veya yetmiş beş) (İbn Sa'd, Tabakâtü'l-Kübrâ, c. 1 , Beyrut 1379/1957, s. 226; Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, c. 1, Tah. M. Hamidullah, Kahire 1959, s. 240-251) kişinin katıldığı “İkinci Akabe Biatı” gerçekleştirildi. Bu durum İslâm’ın Medine’de hızla yayıldığının açık bir göstergesi idi.

Bu günlerde Mekke’de sürüp giden işkenceler yüzünden Müslümanların durumu hayli zorlaşmıştı. Bu sebeple Hz. Peygamber’in izniyle gizlice Medine'ye hicret etmeye başladılar. Hz. Ali, Ömer b. Hattab dışında herkesin gizlice hicret ettiğini, onun ise hicret edeceği zaman, Kâbe'yi tavaf ettikten sonra, orada bulunanlara kendisinin de hicret edeceğini haykırarak; “Anasını ağlatmak, çocuğunu yetim, karısını dul bırakmak isteyen varsa, şu vadide karşıma çıksın” dediğini fakat hiç kimsenin buna cesaret edip onu takip etmediğini ifade etmektedir. (İbnu’l-Esîr, Usdu'l-Gâbe, c. 4, 1390/1970, s. 152-153; M. Asım Köksal, İslam Tarihi, c, 2, Köksal Yay, İst, 2005, s, 293-294)

Hz. Peygamber’in hicret ettiği günlerde Mekke’de Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali ve çeşitli sebeplerle o güne kadar hicret edememiş az sayıda Müslüman kalmıştı. Hz. Peygamberin hicretinin, sahabenin tamamı hicret edene kadar ertelenmesinin üzerinde durulması gerekir diye düşünüyorum. Bunun en önemli sebebi tehlikeyi üstlenme ve gemiyi en son terk etme isteği olarak yorumlanabilir.

Bu günlerde Hz. Ebû Bekir birçok kez Hz. Peygamber'den hicret için izin istemiş; ancak "Acele etme; belki Allah sana bir arkadaş verir" karşılığını almıştı. Hz. Ebû Bekir, o arkadaşın Rasulüllahın kendisi olmasını arzu ediyordu. (İbn Sa'd, I, 226)

Öte yandan, müşrikler İslâm’ın Medine’de yayılmasından endişe ettikleri için Müslümanların oraya hicret etmesinden rahatsız oluyorlardı. Sürekli çözüm(!) arayışı içinde olan müşriklerin ileri gelenleri önemli işlerini görüştükleri (yer olan Kusay bin Kilâb’ın evi) Dâru'n-Nedve'de toplanarak konuyu tartıştılar. Sonuç olarak Ebu Cehil’in önerisi ile her kabileden birer silahşor seçilerek Hz. Muhammed (s.a.s.)’in üzerine saldırarak öldürülmesi önerisi kabul edildi.

Müşriklerin almış olduğu karardan sonra Cebrâil, Hz. Peygamber’e Allah Teâlâ’nın hicret için kendisine izin verdiğini bildirdi. Aynı gün Hz. Ebu Bekir ile görüşen Hz. Peygamber Allah'ın kendisine hicret için izin verdiğini haber verdi. Hz. Ebû Bekir bu yolculuk için uzun süreden beri beslediği develerden birisini Hz. Peygamber’in emrine tahsis ettiğini bildirdi ise de, o "Kasvâ" adlı bu deveyi ancak parasını ödemek suretiyle kabul etti.

Hz. Peygamber, hicret edeceği gece Hz. Ali (k.v.)’yi çağırarak kendi evinde kalmasını ve müşrikler tarafından kendisine verilmiş emanetleri sahiplerine iade ettikten sonra yola çıkmasını istedi. Gece evin dışında bekleyen kimseler Hz. Peygamber’in evindeki kimsenin Hz. Ali olduğunu öğrendiklerinde suikastin başarısızlıkla sonuçlanması sebebiyle hayal kırıklığına uğradılar, evde bulunan Hz. Ali’yi tartakladılar, hapsettiler, fakat daha sonra serbest bıraktılar.

Bu sonuç üzerine Mekkeli müşrikler öncelikle Medine’ye gitmesi ihtimaline karşı Medine yolunu tuttular ve Rasûl-i Ekrem'i öldüren veya esir eden kimseye yüz deve ödül verileceğini ilân ettiler.

Yolculuğun başladığı gece Hz. Peygamber Hz. Ebu Bekir ile birlikte Sevr Dağı'ndaki gizlenmeye elverişli mağaraya gittiler. Ertesi gün Hz. Peygamberi arayan bir grubun mağaranın ağzına kadar gelebilmeleri sebebiyle endişelenen Hz. Ebu Bekir (r.a); ‘Yâ Resûlallah! Eğilip baksalar bizi görürler’ dedi. Hz. Peygamber; ‘İki yolcu ki, Allah onların üçüncüsüdür, endişe etme Allah bizimledir!’ (Buhari, Camiu’s-Sahih, c, 7, Matbaai Âmire, 1329, s, 217) buyurdu. İşte bu an, Kur’an-ı Kerim’de de detaylı olarak yer almaktadır. (Bkz, Tevbe, 40)

Sığınakta geçirilen üçüncü günün sonunda kılavuzları ile birlikte Rasûl-i Ekrem, Hz. Ebû Bekir ve Âmir b. Füheyre, Medine'ye doğru yola çıktılar. Kafile, tuzağa düşmemek için kervanların izlediği işlek yolu değil, farklı bir güzergâh takip ediyordu. Kafile Medine'ye doğru ilerlerken birkaç defa engellenmek istenmiş fakat bu teşebbüsler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bunlardan en bilineni, Sürâka b. Mâlik’in teşebbüsüdür. Sürekâ, suikast için Rasûl-i Ekrem ve arkadaşlarına yaklaşınca atının ayakları sürçmüş, toparlanarak tekrar harekete geçmiş ancak ikinci teşebbüsünde de atının ayakları kuma saplanmış ve kendisi de yere düşmüştü. Ortada fevkalâde bir durum olduğunu anlayan Süreka, Hz. Peygamberden kendisini affetmesini istedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve arkadaşları dört kişiydi. İsteseler ona zarar verebilirlerdi. Ancak hiçbir zaman öç almayan Hz. Peygamber kendisini öldürmek isteyen Sürekâ’nın özrünü kabul ederek onu affetti. Hz. Peygamberin her emrini yerine getireceğini beyan eden Sürekâ’ya Hz. Peygamber; “Sen geride dur, arkamızdan gelenleri bırakma” dedi. O da yolda rastladıklarına, “Ben her tarafı arayıp taradım, hiçbir yerde onları bulamadım” diyerek onları geri çevirmiştir.

Hz. Peygamber ve beraberindekiler 12 Rebîülevvel 622’de Medine'ye 3 km. kadar uzaklıkta bulunan Kubâ’ya ulaştı. Burada on dört gün misafir olan Hz. Peygamber bu süre zarfında Kubâ mescidini inşa ettirdi. Kur'an-ı Kerim'de; “...İlk günden beri temeli takva üzere kurulan mescit, içinde namaza kılmana elbette daha lâyıktır...” (Tevbe, 108) şeklinde tavsif edilen mescit işte budur. Mekke'de kendisine bırakılan emanetleri sahiplerine iade ettikten sonra yola çıkan Hz. Ali Kuba’da Hz. Peygamber'le buluştu.

Hz. Peygamber bir cuma günü Kuba’dan Medine'ye doğru hareket etti. Ranuna vadisinin orta kısmındaki bir yerde Medine’de ilk cuma namazını kıldırarak yolculuğuna devam etti. Yolculuk esnasında önünden geçilen kabilelerin temsilcileri Hz. Peygamber’i davet ediyorlar, o ise devesinin kendi haline bırakılmasını istiyordu. Deve, iki yetim çocuğa ait bir arsanın üzerinde çöktü. Buraya evi en yakın olan Ebû Eyyûb el-Ensârî (Hâlid b. Zeyd), Hz. Peygamber’i mescidin (Mescid-i Nebevî) ve yanındaki odaların inşaatı tamamlanıncaya kadar evinde misafir etti.

Çıkarılacak bazı dersler

Hicret’te her Müslümanın sahip olması gereken Allah’a sonsuz güven duyma, sıkıntılara göğüs germe, fedakârlık gibi vasıflarından her biri için davranış örnekleri bulunmaktadır. Süheyb-i Rumi'nin başından geçenler bunlardan biridir. Kureyşliler onun Mekke'ye gelmeden önce hiçbir mal varlığı olmadığı, bütün malvarlığını Mekke'ye geldikten sonra kazandığı, hicret etmesi durumunda malına-mülküne el koyacakları tehdidi ile onu hicretten alıkoymaya çalışmış, bunun üzerine Süheyb (r.a.), bütün mal varlığını onlara terk ederek Medine'ye hicret etmişti. Allah Rasulü (s.a.s.) bunu öğrendiğinde; "Süheyb kazandı" (İbn Sa’d, c. 3, s. 227-229; M. Asım Köksal, İslam Tarihi, c, 3, s, 24-25) buyurdu.

Hicret hadisesinde en dikkat çeken husus, Rasûlüllah'ın alınabilecek her tedbiri alması, sebeplere sarılmasıdır. Evinden çıktığı andan itibaren “yanıltıcı bir rota çizerek” Medine kuzeyde olduğu halde, güneye doğru gitmeleri, Medine yolculuğu esnasında farklı bir rota izlemesi, kendisine henüz Müslüman olmayan ancak güvenilir bir kimse olan ünlü kılavuz Abdullah b. Üraykıt’ı kılavuz olarak seçmesi onun sebeplere önem verdiğinin ve stratejik dehasının örneklerindendir.

Nübüvvetin 13. yılında yapılan Akabe Biatı’nda kadınların da bulunmasını iyi tahlil edebilirsek, özellikle son yıllarda yapılan birçok tartışmanın gereksizliği kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

Hicretteki mucizelerden birisi de; evininin etrafı kuşatılarak suikast için beklenirken Hz. Peygamber’in evinden çıkıp gitmesini müşriklerin görememeleridir.

Hz. Peygamber’in bu yolculukta kendisine arkadaş olarak Hz. Ebû Bekir'i seçmesi de dikkat çeken hususlardan biridir. O, geçen on üç yılda olduğu gibi, bu uzun ve tehlikeli yolculukta da kendisini Hz. Peygamberin yoluna feda etmiş, çocuklarını, hizmetçisini ve malını bu yolda seferber etmiştir.

Hicret günü Hz. Peygamberin elinde müşriklere ait emanetler bulunmaktadır. Herkes kabul eder ki, insan emanetini ancak en çok itimat ettiği kimseye verir. Müşriklerin, emanetleri konusunda hâlâ onu tercih etmeleri ve onun da kendisinin canına kastedmeyi plânlayanların emanetlerini bile sahiplerine ulaştırmak için yerine bir vekil bırakması gözden kaçmamaktadır. Öte yandan, böylesi kritik bir durumda Hz. Ali (k.v.)’nin bir bakıma ölümü de göze alarak Hz. Peygamber’in yatağına yatması da efendimize bağlılığının bir nişânesidir.

İslâm tarihi açısından bir dönüm noktası olan hicret, Hz. Ömer tarafından hicrî takvimin başlangıcı olarak ilân edilmiştir.KAYNAK

21 Eylül 2009 Pazartesi

Ramazan Bayramınız Mübarek Olsun.

“Evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu azaptan kurtuluş” olan mübarek Ramazan ayını geride bırakarak, sevgimizi, umutlarımızı, kardeşlik ve dostluğumuzu, mutluluğumuzu ve kederlerimizi paylaşma, bütün bir toplum olarak kaynaşma günü olan bayrama ulaşmanın huzur ve sevincini yaşıyoruz.

Ramazan ayında, Kur’an’ın evrensel mesajı ve bir bütün olarak İslam hakkında sağlıklı bilgilenme gayretinde olduk ve elde ettiğimiz dini bilgiyi gerek ibadet, gerekse sosyal hayatımıza aktarma imkânına kavuştuk. Bu imkânın yaşattığı haz, sorumluluklarımız hakkında daha da bilinçlenmemize vesile oldu ve böylece inanç, ibadet ve ahlakın güzelliklerini birleştirerek dindarlığımızı daha da derinleştirme fırsatı yakaladık. Nitekim baştan sona bir arınma ve bilinçlenme mevsimi olan bu günlerde; çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek demeden hep birlikte cemaate iştirak ederek camilerimizi şenlendirdik. Zengin-fakir, akraba, komşu iftar sofralarında buluşarak, ekmeğimizi, aşımızı, yüreğimizdeki sevgiyi ve umudu paylaştık. Allah’ın rızasını kazanabilmek için iyi ve güzel davranışlarımızı artırdık. O’nun rızasına uygun olmayan davranışlarımızı da terk ederek üzerimizdeki manevi kirlerden arınma gayretinde olduk. Fitre ve zekâtlarımızı vererek hem bireysel hem de toplumsal anlamda bunun ortaya çıkardığı güzellikleri ve iyilikleri yakinen müşahede ettik ve aynı zamanda paylaşma, hayırda yarışma sorumluluklarımızı yerine getirmenin huzurunu yaşadık. Sadece midemizle değil, zihnimizle, duygu ve düşüncemizle de oruç tutarak iradelerimizi eğittik.

Ramazan ayı boyunca kazandığımız yüksek dindarlık seviyemizi, Kur’an’la bilgilenme gayretimizi, paylaşma duyarlılığımızı, hâsılı bütün güzel hasletlerimizi yılın diğer günlerinde de sürdürebilmek son derece önemlidir. Nitekim ibadetlerde orta yol ve süreklilik Yüce Allah’ın istediği, Sevgili Peygamberimizin tavsiye ettiği bir durumdur. Rahmet peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.v.): “İbadetlerin Allah’a karşı en sevimli olanı, az da olsa devamlı olarak yapılanıdır” buyurmuştur.

Bayramlar, her yıl gelip geçen sıradan günler olmaktan öte, dargınlık ve kırgınlıkların giderildiği, barış, sevgi ve esenliğin dalga dalga toplumun bütün kesimlerine yayıldığı, “Ben’i” “Biz” yapan yüce dinimizin rahmet kaynaklı çağrısına kulak verilip, yanı başımızdakinin fark edildiği ve gözetildiği, toplumda açılan sosyal yaraların sarıldığı, birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularımızın yeniden güç kazandığı çok özel günlerdir.

Bayramlarda, sevgi, saygı, özveri, fedakârlık ve güzellikler adına ne varsa harmanlayıp bunları gönülden gönüle sunabilmeliyiz. Yüce Rabbimiz tarafından sayısız nimetlerle donatılan dünyamızı bizlere zindan eden hırs ve bencilliğimizi sorgulayarak “neyimizi paylaşamıyoruz?” sorusuna cevap aramalıyız. Farklı anlayışlarından dolayı insanları yargılamadan, sınıflandırmadan ve ötekileştirmeden gönül kapılarımızı birbirimize açmalı, aramıza koyduğumuz mesafeleri kaldırarak şefkat ve merhamet elimizi birbirimize uzatmalıyız. Varlık sebebimiz ve hayır dualarına her zaman muhtaç olduğumuz anne ve babalarımızı, aile büyüklerimizi, akraba ve komşularımızı bugünlerde ziyaret etmeli, çocukları sevindirmeliyiz. Hastalarımızı, huzur evlerindeki yaşlı vatandaşlarımızı, öksüz, yetim ve engelli kardeşlerimizi ve onlara karşı sorumluluklarımızı hatırlamalıyız.

Bu duygu ve düşüncelerle milletimizin, yurtdışındaki bütün vatandaş ve soydaşlarımız ile İslam âleminin Ramazan Bayramını kutluyor, bu bayramın hepimize, bütün insanlığa barış ve huzur getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Hoşgeldin Ya Şehr-i Ramazan


Maddi ve manevi sayısız güzelliklerin yaşandığı Ramazan ayını 20 Ağustos Perşembe akşamı ilk teravih namazı kılarak idrak edeceğiz. Ramazan Ayı, ferdi hayatta dindarlığın, sosyal hayatta kaynaşma ve paylaşmanın yoğun olarak yaşandığı, oruç ibadeti ile iradelerin merhametle eğitildiği ve özgürleştiği, Kur’an-ı Kerim’in evrensel mesajını anlamak ve içselleştirmek için daha çok okunduğu müstesna bir zaman dilimidir.

Ramazan, İslâm’ın rahmetle yoğrulmuş adaletini, bilgi ve hikmetle bütünleşmiş ahlâkını bütün insanlığa gösteren Allah Resulü’nün, “İnanarak ve karşılığını yalnız Allah'tan umarak Ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş günahları bağışlanır" müjdesinin gerçekleşeceği rahmet ve bağışlanma mevsimidir.

Ramazan, dünyanın sayısız nimetleri içinde Allah’ın lütfuna mazhar olan insanın belli bir süre zarfında bunlardan kendini uzak tutarak, bir bakıma nimetin kadrini daha yakından bildiği, muhtaçların halini anladığı ve paylaşmayı öğrendiği oruç ayıdır.

Günümüzde, sahip olduğumuz insanî değerler erozyona uğramaya yüz tutmuş, sınırsız bir dünyevîleşme ve maddileşme benliğimizi kaplamış, bireysellik, bencillik, çıkarcılık, çekememezlik ve tahammülsüzlük gibi olumsuz değerler ilişkilerimizde öne çıkmış, bütün bu beşeri zaaflar toplumumuzda mutsuz, umutsuz, olumlu düşünemeyen ve paylaşamayan kişilerin sayısını artırmıştır. Ayrıca bütün dünyayı kasıp kavuran şiddet ve terör, işgaller ve hak ihlalleri, ayrımcılık, dinleri ve din mensuplarını hedef alan korku ve evham üretimleri insanlığın geleceğe olan umutlarını zayıflatmıştır.

Şüphesiz bu olumsuzluklar, aşınan ve kaybolan değerler karşısında yapılması gereken; özünde yaratanı tanıma ve yaratılanı sevme olan, inanç ve öğretileriyle 14 asırdır insanlığı aydınlatan yüce dinimiz İslâm’ın iyi anlatılması ve anlaşılmasıdır.

Ramazan ayı kaybettiğimiz bu değerleri yeniden kazanmak, özümüzde var olan iyilik ve insani duyguları fiiliyata geçirmek için önemli bir fırsattır. Çünkü baştan sona bir feyz, rahmet ve bereket mevsimi olan bu günlerde iradeleri güçlendiren oruç; cömertliği, ikramı ve paylaşmayı öğreten iftar; ibadetin neşe ve coşkusunu bütün topluma yayan teravih; hayır ve bereketin ne olduğunu gösteren sahur; bütün bu yüksek değerlerin manevi dünyamızı kuşattığı Kadir Gecesi; akıl ve gönülleri manevi bir atmosferde zirveye taşıyan ve dini duygunun kolektif olarak paylaşılmasını sağlayan hatim ve mukabeleler; toplumun sosyal yaralarını saran zekât ve fitreler ve toplumun birlik ve beraberliğini pekiştiren bayram ile Ramazan ayı, dindarlığın, sosyal dayanışma ve kaynaşmanın yoğun olarak yaşanmasına, arınma ve yenilenme bilincimizin tazelenmesine vesile olan değerli bir zaman dilimidir.

Sevinci, acıyı, kederi, hüznü paylaşmak… bilgiyi, sorumluluğu paylaşmak.. sevgi dolu bir yüreği, bir düşünceyi birbirimize açabilmek, bir tebessümü paylaşabilmek…özveri, fedakarlık ve güzellikler adına ne varsa harmanlayıp gönülden gönüle sunabilmek, yüreğimizin kapılarını herkese açabilmek… “Ben”’i “Biz” yapan yüce dinimizin rahmet kaynaklı çağrılarına kulak vererek fakirlere, kimsesizlere el uzatmak ve Yüce Rabbimiz tarafından sayısız nimetlerle donatılıp cennet gibi ayaklarımızın altına serilen dünyayı bizlere zindan eyleyen hırs ve bencilliğimizi sorgulayacak “neyimizi paylaşamıyoruz?” sorusuna cevap aramak...

Oruç ve Kur’an ayı Ramazan, bir paylaşma mevsimidir. Yanıbaşımızdakinin ve uzağımızdakinin halini anlama zamanıdır. Öteki kavramını kaldırmak ve herkese bizden bir parça olarak bakmak gerekir. Çünkü hepimiz Hz. Adem’in çocuklarıyız, hepimizin artı ve eksileri var. O yüzden paylaşmacı, içtenlikli olmak ve kardeşlerimizle aramıza koyduğumuz mesafeleri kaldırmamız gerekir. Kimseyi yargılamadan, sınıflandırmadan bir duygu ortaklığı sağlamamız gerekir…Bu konuda medyamıza da önemli görevler düşüyor. Öncelikle son yıllarda din bağının, kutsalla olan ilişkimizin hırpalanmasına geçit vermeyen, bunun için de dinî konuları ciddiyetle ve ağırbaşlılıkla ele alan medyamıza teşekkür ediyorum. İnanıyorum ki bu yıl da dini magazin üslubuyla tartışarak değil, dini daha derinden kavramaya ve dindarlık bilincimizi artırmaya çalışarak, aradığımız manevi dinginliğe ve iç huzuruna erişerek Ramazan ayını idrak edeceğiz.

Manevi arınma, yücelme, kendimizi sorgulama ve her an Rabbimizle olduğumuzu daha yakından hissettiğimiz Ramazan, bilgi dağarcığı ve gönül dünyamızı zenginleştirdiğimiz, milli birlik ve beraberliğimizi pekiştirdiğimiz bir aydır.

Din ile olan sarsılmaz bağını asırlardır sürdüren milletimizin fertleri, onun kuşatıcı mesajları ile manevi dünyalarını inşa etmiş, dayanışma, paylaşma ve kaynaşma ile pekişen kardeşliği derinlemesine yaşamış ve yaşatmış, aynı zamanda sosyal ve kültürel hayatları bakımından canlı bir dönem haline getirmişlerdir. Fert ve toplum olarak birbirimizi anlamaya, birbirimize karşı dürüst olmaya, sevgi ve saygı göstermeye; elimizdeki malı, gönlümüzdeki sevgiyi, zihnimizdeki bilgiyi ve duamızı paylaşmaya; kişisel zaaflarımızdan kaynaklanan eksikleri ve hatalarımızı gidermeye gerçekten ihtiyacımız vardır.

Rahmet, bereket ve mağfiretle dolu ve ibadetlerin mükafatlarının sınırsız olarak verildiği bu manevi mevsimi çok iyi değerlendirelim. Çocuk, genç, yaşlı, kadın erkek hep birlikte cemaate iştirak ederek camilerimizi şenlendirelim. Zengin fakir iftar sofralarında, ekmeğimizi, aşımızı, çorbamızı, yüreğimizdeki sevgiyi, selam ve umudu paylaşalım. Allah’ın rızasını kazanabilmek için iyi ve güzel davranışları artırarak, geçici ve kötü şeyleri de terk ederek üzerimizdeki manevi kirlerden arınmaya çalışalım. Orucumuzu kimin için ve niçin tuttuğumuzu düşünerek zenginleştirelim. Bu ibadeti zihnimizle, duygu ve düşüncemizle, kalbimizle, gönül dünyamızla da ifa ederek koruyucu bir kalkan kılalım.

Ramazan ayının şahsımız, ailemiz, milletimiz, ülkemiz ve bütün insanlık için hayırlar, huzur ve barış getirmesini, bizleri manevi yönden yüceltmesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum. KAYNAK

4 Ağustos 2009 Salı

Bu gece Beraat Kandili




5 Ağustos 2009 Çarşamba gününü Perşembe’ye bağlayan gece Berat Kandilini idrak edeceğiz. Kurtuluş, af ve arınma gibi anlamlara gelen, ayrıca Mübarek Ramazan Ayının da bir müjdecisi olan Berat gecesi, inananlara, kulluk bilinci ve hesap verme şuuruyla suç ve yanlışlardan kaçınmaları, günahlardan arınmaları ve Yüce Yaratıcı’nın sonsuz rahmet ve merhametine iltica etmeleri gerektiğini bir kere daha hatırlatır.

Milletimizin kandil olarak adlandırdığı bu geceler, bizlere hızlı bir şekilde geçmekte olan hayatta durup düşünme, özümüze dönme ve günahlarla kirlenen gönül dünyamızı temizleme fırsatı sunar. Ayrıca Rabbimize, kendimize ve bütün insanlığa karşı sorumluluklarımızı hatırlatır, bu görevlerimizi ihmal edip etmediğimizi sorgulayıp hata ve günahlarımızdan tevbe ederek uzaklaşma imkânı sağlar.

Berat gecesini değerlendirme imkânını bulan herkes, Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’deki; “De ki: ‘Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”(Zümer, 39/53) müjdesinin farkına vararak, ümitlerini canlı tutmalı, bağışlama ve bağışlanma duygularını güçlendirmelidir.

Böyle mübarek gün ve geceler, Kur’an’la buluşma, Hz. Peygamber’in eskimez öğütlerine kulak verme ve O’nun sünneti ile hayat bulma fırsatlarıdır. Bu gece, Kur’an’ın bizlere öğrettiği “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden (kaybedenlerden) oluruz.” (A’raf, 7/23) gibi dualarla ve Sevgili Peygamberimiz’in (sav) bu gece bolca yaptığı “Allah’ım! Azabından affına, gazabından rızana sığınıyorum, senden yine sana ilticâ ediyorum. Senin şanın yücedir. Sana yaptığım senayı, senin kendine yaptığın senaya denk bulmuyorum. Sana layık bir surette hamd etmekten acizim” (Müslim, Salat, 222/1090; İbn-i Mâce, Hadis no: 3841) duasıyla Yüce Rabbimiz’e yakarma zamanıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle bütün İslâm âleminin Berat Kandilini kutlar, bu gecede yapacağımız ibadet, dua ve yakarışların bizleri istikamet sahibi yapmasını ve insanlığa barış ve huzur getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ederim.KAYNAK

19 Temmuz 2009 Pazar

Bu gece Miraç Kandili


19 Temmuz 2009 Pazar gününü Pazartesine bağlayan gece, mukaddes bir yolculuğun ve manevi bir yükselişin ifadesi olan Miraç Kandilini idrak edeceğiz.

Pek çok ilahi hikmet, sır ve bereketi içinde barındıran İsra ve Miraç, Yüce Allah’ın sonsuz kudretinin eserlerini temaşa etmesi için Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’ya (sav) yaptırılan hikmet yüklü bir yolculuğu, yükselişi ve huzura kabul edilişi ifade etmektedir. Nitekim İsra suresinin ilk ayetinde bu kutlu yolculuğun ilk aşaması şöyle dile getirilmektedir: “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”

İlahi kudretin bir tezahürü olduğu kadar, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) mazhar olduğu ilahi bir lütuf da olan İsra ve Miraç mucizesi, aslında belirli aşamaları kat eden insanın, Yüce Yaratan’ın destek ve lütfu dahilinde, akıl ve idrake sığmayacak derecede nice mesafelere ulaşabileceğini de göstermektedir. Miraç hadisesi bizlere, ilahi rahmet ve huzura erişmenin, öncelikle gönül ve ruh temizliğinden, ahlaki erdemlere yükselişten geçtiğini de haber verir. Gerçek anlamda gönül ve ruh temizliğinin yolu da Yüce Allah’a bağlılık ve boyun eğmekten geçer.

Peygamber Efendimize has bir mazhariyet ve tecrübe olan Mirac’ın mü’minlere yansıyan bir bereketi olarak, İslam’ın temel ibadetlerinden biri olan namaz, Sevgili Peygamberimizin (sav) ifadesiyle “Müminlerin miracı” kılınmış, her bir mü’mine namazla Yüce Rabbinin huzuruna çıkış ve oraya kabul ediliş imtiyazı tanınmıştır. Dolayısıyla namaz, dost doğru ve bilinçli bir biçimde kılındığında iç dünyamızdaki manevi yükselişi ve arınmamızı sağlayacak ve böylece bizi kötülüklerden alıkoyacaktır. Nitekim “Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı sürekli hatırda tutmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebut, 29/45) ayeti bu hususu açıkça vurgulamaktadır. Gerçekten, sadece bedeni ile değil özüyle, sözüyle, gönlüyle ve duygularıyla Allah’a yönelen ve O’nun huzurunda olduğu bilinciyle hareket eden insan, Rabbi ile baş başa kalmanın mutluluğunu yakalayacak ve bu bilinçle hayatına farklı bir anlam yükleyecek, bireysel ve toplumsal ilişkilerinde her zaman Allah’ın huzurunda ve gözetiminde olduğu inancıyla daha dikkatli, titiz ve sorumlu bir tavır sergileyecektir.

Maddi ve dünyevi kalkınmayı hedefleyen ve bu yönde de önemli mesafeler kat eden günümüz insanının, maneviyat ve ahlak alanında aynı ölçüde başarılı olduğunu söyleyemiyoruz. Bunun temelinde de dünyaya boğulurcasına dalıp ilahi çağrıya gönlümüzü ve zihnimizi yeterince açmayışımız yatmaktadır. İşlenen her bir günah ve masiyetin, bencillik, çıkarcılık, kin, düşmanlık, başkalarının hak ve hukukuna saygısızlık gibi olumsuzlukların, bizim manevi ve ahlaki yükselişimizin önündeki en büyük engel olduğu asla unutulmamalıdır.

Manevi duygularımızı canlandıran, iç dünyamıza doğru bir yolculuk yaparak kendimizi sorgulamamızı sağlayan kutsal gün ve geceler, bizlere, bireysel ve toplumsal olarak iman, ibadet ve ahlak bakımından kendimizi yenileme, geleceğimizi Allah’ın rızası doğrultusunda planlama ve ümitlerimizi tazeleme fırsatları sunar. Bu fırsatları ganimet bilerek, günahlarımızdan temizlenmek için Rabbimize tövbe etmeli, rızasına uygun yaşayabilmek için O’ndan yardım istemeliyiz. Unutmayalım ki, içtenlikle yapılan dua ve tövbe, kendimizi bulma ve bilmenin, bir başka deyişle bize “şah damarımızdan daha yakın olan” Yüce Yaratıcı’nın huzuruna kabulün en güzel yollarından biridir.

Bu duygu ve düşüncelerle dindaşlarımızın Miraç Kandilini tebrik ediyor, bu mübarek gecede Yüce Allah’a açılan ellerin ve yapılan dua ve yakarışların, İslam aleminin birlik, dirlik ve beraberliğine, toplumsal birlikteliğimizin güçlenmesine, insanlığın barış, huzur ve saadetine vesile olmasını, başta yakın çevremiz olmak üzere bütün dünyada hepimizin gözü önünde cereyan eden hak ihlallerinin, şiddet ve acımasızlığın, acı ve gözyaşının dinmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.KAYNAK

25 Haziran 2009 Perşembe

Bu gece Regaib Kandili


Bugün 25 Haziran 2009 Perşembe gününü Cuma'ya bağlayan gece Regaib kandilini idrak edeceğiz.

Yüce Dinimiz İslâm, insanın kendisi, çevresi ve Yüce Yaratan ile ilişkilerini sağlıklı şekilde kurabilecek bir bilinç, iç barış ve özgüvene kavuşmasını gaye edinmiş; dünya ve ahiret, madde ve mana dengesi ile iman, akıl, düşünce, duygu ve bilginin ahenkli birlikteliğine büyük bir önem vermiştir. Ancak üzülerek ifade edelim ki, bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir ilerleme kaydettiği günümüz dünyasında ferdi ve ailevi mutluluğumuzu, toplum hayatımızı, barış, huzur, dayanışma ve kardeşlik içinde bir arada yaşamamızı tehdit eden pek çok olumsuzluklar yaşanmakta, bunun etkileri de bireysel ve sosyal hayatımızda her geçen gün daha yakından hissedilmektedir.

Üç ayların manevi iklimine girildiğinin habercisi olan Regaib kandili bizlere, hayatın sonsuzluk okyanusunda buluşmak üzere akıp gittiğini ve geride sadece Allah'ın rızasına uygun iyi ve yararlı amellerin kalacağını bir kez daha hatırlatmakta, nefsimizin sonu gelmez heveslerinden, tuzak ve yanıltıcı arzularından uzaklaşarak özümüze dönmemizi sağlayacak bir bilinç tazeleme imkanı sunmaktadır. Bu bilinç tazelemenin ve yenilemenin gerçekleşebilmesi için önce kendi varoluşumuzu anlamlandırmak, iç sorgulama yapmak, Cenâb-ı Hakk'a yürekten yönelmek, işlediğimiz hata ve günahlardan dolayı pişmanlık duyarak O'ndan af dilemek, onları bir daha işlememek için kararlı bir duruş sergilemek ve istikamet sahibi olmak gerekir.

İdrak etmekle şeref duyduğumuz bu gecenin bizlere sunduğu rahmet iklimini fırsat bilerek, Rabbimizle, yakınlarımızla ve çevremizle bağlarımızı gözden geçirmeli, bu vesileyle olgun dindarlığın iman-ibadet-ahlak bütünlüğünü sağlamaktan geçtiğini bir kez daha hatırlamalıyız. Doğruluk ve dürüstlüğün, paylaşmanın, hak ve hukuka riayetin, kutsala saygının insani erdemler adına ulaşılabilecek en üstün değerler olduğunu hissederek bu erdemleri hayat çizgimiz kılmalıyız. Bir ibadet bilinci içinde ülkemizin hem maddi hem manevi imarı için bütün gücümüzle çalışmalı, kalp kırmaktan kaçınmalı, elimizi ve gönlümüzü uzanabileceğimiz herkese açmalı, ihtiraslarımızı dizginleyip küçük menfaat çekişmelerinden uzak durmalı, kardeşlik hislerimizi güçlendirmeye, birlik ve beraberliğimizi korumaya çaba harcamalı, kısaca insani ve ahlaki meziyetlerin kendi dünyamızda ve toplum hayatımızda güçlenmesine gayret göstermeliyiz.

Bu duygu ve düşüncelerle aziz milletimizin, soydaş ve dindaşlarımızın Regaib Kandilini tebrik ediyor ve bu gecenin, ülkemizin, İslâm âleminin birlik, dirlik ve beraberliğine, insanlığın hidayet, barış ve huzuruna, bütün müminlerin tevbelerinin ve dualarının kabul edilerek arınma ve affedilmelerine vesile olmasını Yüce Allah'tan niyaz ederim.KAYNAK

24 Haziran 2009 Çarşamba

Üç Aylar ve Regaib Kandili

Dinî hayatımızda "Üç Aylar'' olarak bilinen feyizli ve bereketli maneviyat mevsimine bir defa daha girmek üzereyiz.Bugün 24 Haziran 2009 Çarşamba, günü Üç Ayların ilki olan Recep Ayının birinci günü, bu ayın ilk Cuma gecesi olan 25 Haziran 2009 Perşembe akşamı da "Regaib Kandili'' dir.

Dinî literatürümüzde "üç aylar" diye bilinen çok feyizli ve bereketli bir manevîyat mevsimine bir kez daha kavuşmuş bulunuyoruz.

Üç Aylar, Kamerî Takvime göre, Recep, Şaban ve Ramazan aylarıdır. Bu aylar, rahmet dalgalarının başladığı, mânevî huzur ve sükunun kalplere doğduğu, ilâhî rahmetin coştuğu aylardır. Bu aylar girince, mü'minlerin ruhlarını mânevî bir hava kaplar, bu mübârek aylar içerisinde öyle feyizli ve bereketli geceler vardır ki, Yüce Allah'ın rahmeti, bu gecelerde mü'minler üzerine yağmur gibi yağar.

Üç aylardan ilki olan Recep ayının mânevî değerine Kur'an-ı Kerim'de ve Hz. Peygamber'in hadis-i şeriflerinde işaret buyurulmuştur. Tevbe Sûresi'nin 36. âyetinde şöyle buyurulmaktadır:

"Şüphesiz Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu, Allah'ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin..."

Âyette ifâde edilen "haram aylar"ın, "Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Recep" ayları olduğunu Sevgili Peygamberimiz, şu hadisleriyle açıklamışlardır:

"Muhakkak zaman Allah'ın yarattığı günkü şekliyle akıp gitmektedir. Sene oniki aydır. Onlardan dördü haram aylarıdır. Bunlardan üçü peşpeşedir: Zilkâde, Zilhicce, Muharrem, bir de Cemâziyel-âhir ile Şaban ayları arasında olan ve Mudar Kabilesi'nin ayı Recep'tir." (Buhârî, Ehâdî, 5, Tevhid, 24; Müslim, Kasâme, 29; Ebû Dâvud, Menâsik, 67, Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/37, 73.)

Recep Ayı, gerek İslâm'dan önce, gerekse İslâm'dan sonra mukaddes bilinen bir aydır. İslâm dinî gelmeden önce, bu ay girer girmez, Arap kabileleri arasında harp etmek, baskın ve çapulculuk yapmak yasaklanır, herkes kendisini bu ayda güven içinde hissederdi. İslâm geldikten sonra da, bu aya olan hürmet devam ettirildi. Bu ay, Regâip ve Mirac gibi mübârek geceler ve ilâhî tecellilerle şereflendirildi.

Recep ayının başlangıcında Peygamberimizin şöyle duâ ettiği rivayetler arasında yer almaktadır:

"Ey Allah'ım! Recep ve Şabanı bize mübârek kıl, bizi Ramazana kavuştur." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/259.)

Ülkemizde, yukarıdaki beyanlar ışığında, asırlardır bir "üç aylar" geleneği oluşmuş; Ramazana hazırlık, Recep ayının girmesiyle başlar hâle gelmiştir.

Bu aylar mübârek gecelerle doludur. Recep ayının ilk Cuma gecesi, Regâip gecesi, yirmiyedinci gecesi, Mirac gecesidir. Şaban ayının onbeşinci gecesi Berat gecesi, Ramazan ayının yirmiyedinci gecesi de Kadir gecesidir.

Burada, 25 Haziran Perşembe akşamı idrak edeceğimiz Regâip gecesine de kısaca temas edelim.

Regâip, çok değerli hediye, bağış, içten gelerek ve yoğun bir şekilde arzu edilen şey anlamlarına gelen Arapça bir sözcüktür. Cenâb-ı Hakk'ın, ilâhî ihsan ve manevî hediyelerinin diğer zamanlardan daha çok tecelli etmesi ve samimi kalple Allah'a yönelenlerin affedilme ümitleri dolayısıyla, Müslümanlar tarafından heyecanla beklendiği ve gönülden arzulandığı için Recep ayının ilk Cuma gecesine "Regâip Kandili" denmiştir.

Regâip Kandili, Recep ayının 27. gecesindeki Mirâc ve Şaban ayının 15. gecesindeki Berat kandillerini; Ramazan ayını, Kadir gecesini, Ramazan ve kurban bayramlarını müjdeleyen mübârek bir gecedir.

Bu geceye mahsus bir ibâdet şekli olmamakla beraber, geceyi tevbe, dua ve ibâdetle geçirmek sevap kazanmaya vesile olur.

Recep ayı içerisinde bulunan bir başka mübârek gece de Mirac gecesidir. Mirac gecesi; Allah'ın Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'i Mekke'deki Mescid-i Haram'dan, Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya götürdüğü (Bkz. İsrâ, 1.) ve oradan da göklere yükselttiği gecedir. Mirac gecesi, Cenâb-ı Hakk'ın Hz. Peygamber'e büyük hakikatlerin ilâhî sırlarını gösterdiği, vasıtaları kaldırarak ilâhî vahye muhatap kıldığı, kendi âyetlerini ve kâinatın sırlarını seyrettirdiği, mü'minlere namazın farz kılındığı ve biz Müslümanlar için de ilâhî lütuflarla dolu olan bir gecedir.

Üç ayların ikincisi olan Şaban ayı ve onun içerisinde bulunan Berat gecesi de Müslümanlarca kutsal sayılmış, bu gecenin diğer gecelerden farklı bir şekilde geçirilmesi, bu gecede daha fazla ibâdet edilmesi âdet hâlini almıştır. Bazı rivayetlerden, Hz. Peygamber'in Şaban ayına ve özellikle bu ayın onbeşinci gecesine ayrı bir önem vererek onu ihyâ ettiğini (Tirmizî, Savm, 39; Ibn-i Mâce, İkâme, 191, Hadis No: 1389.) göz önünde bulunduran âlimler, bu geceyi ibâdetle geçirmenin sevaba vesile olacağını söylemişlerdir. Ayrıca bir kısım bilginlerin, kıblenin Kudüs'teki Mescid'i Aksâ'dan, Mekke'deki Kâbe istikametine çevrilmesinin (Bkz. Bakara, 185.); Hicret'in ikinci yılında Berat gecesinde vuku bulduğunu kabul etmeleri de geceye ayrı bir önem kazandırmıştır. (Geniş bilgi için bkz. DİA, V, 475-476.)

Üç ayların sonuncusu olan Ramazan ayı ve onda bulunan Kadir gecesinin ise, dinî hayatımızda ayrı bir yeri ve önemi vardır. Ramazan ayı faziletlerle dolu bir aydır. Ramazan ayı, hayır ayı, yoksullara ve düşkünlere yardım ayı ve bütün anlamıyla Kur'an ayıdır. Ramazanın diriltici özelliği, bütün insanlığı hidâyete ve mutluluğa ulaştırmak için yeryüzüne gönderilen Kur'an-ı Kerim'in bu ayda inmeye başlamasından, (Bkz. Bakara, 185.) bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesinin (Bkz. Kadir, 3.) bu ay içerisinde bulunmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, İslâm'ın beş temelinden biri olan oruç ibâdetinin bu ayda yerine getirilmesi emredilmiştir. (Bkz. Bakara, 185.) Böylece Ramazan ayı diğer aylar içinde bir başka aydır. Sanki yeni bir hayatın başlangıcıdır. Hayatımızın kazandığı ve kazanacağı yeni boyutların filizleneceği önemli bir devredir. İnsanî ve sosyal ilişkilerimizin daha güzel bir hüviyet kazanacağı zaman dilimidir.

Ramazan ayının özellikle Müslüman Türk toplumunun dinî hayatında müstesnâ bir yeri vardır. Türk milleti, Ramazan'ı yılda bir defa gelen önemli bir misafir olarak kabul eder ve hazırlıklarını buna göre yaparlar.

Her yıl Ramazan ayı yaklaşırken neşe, hareket ve bir canlılık görülür. Toplum geleneğimizin canlı ve dipdiri görüntüsü olarak Ramazan; yıllık takvimimiz içinde hatırı sayılır bir ağırlığa sahiptir. Ramazan, aylar içerisinde sultanlıkla taltif edilen bir pâyenin sahibi olarak, kandillerle karşılanıp, bayramlarla uğurlanır. İftar, sahur, terâvih gibi ibâdet meşvesinin ötesinde mânâlar taşıyan bu merasimleriyle de sultan olmanın ayrıcalıklarını yaşar.

İnsanoğlu, yaşadığı günlerde farklılıklar olmazsa, belli alışkanlıklarıyla hayatını sürdürür. Fakat alışkanlıklarının dışında ve farklı durumlarla karşılaşırsa kendine bir çeki düzen verir. İşte idrak edeceğimiz üç aylar ve bu aylar içerisinde bulunan mübârek geceler, mü'minin hayatındaki mûtad gün ve geceler arasında fazlasıyla sevap kazanacağı kıymetli zaman dilimidir. Şurası bilinmelidir ki, insan bu dünyada nasıl yaşamışsa, kıyamet gününde, Allah'ın huzuruna, dünyada işledikleriyle birlikte varacaktır. Götürdükleri iyi ise, sevinip mutlu olacak; kötü ise, pişmanlık duyarak mahcûp olacaktır. Ancak bu mahcûbiyetin orada faydası da olmayacaktır. Bu konuda Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır:

"Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır." (Haşr, 18.)

Önümüzdeki üç ay içerisinde gündelik hayatın tek düzeliğinden ve sıradanlığından bizleri alıp, kendi hususî atmosferine götüren bu güzel ve özel günleri ard arda yaşayacağız. Güzel yurdumuzun insanları, kandil, Ramazan ve bayram gibi bu husûsî zamanları sosyal barışın ve huzurun bir vesilesi sayarak karşılıklı sevgi ve hoşgörüyle karşılayıp uğurlayacak kendi inanç ve değerlerini yaşama ve yaşatmayı, bizzat yaşayarak öğreneceklerdir.

"Üç aylar" diye adlandırılan Recep, Şaban ve Ramazan ayları, Yüce Allah'ın ruhumuza ikram ettiği faziletli ve feyizli bir zaman dilimidir. Yapılan dileklerin dalga dalga Allah'a ulaştığı, dökülen pişmanlık gözyaşlarının günâhları silip yok ettiği kandiller geçididir. Melekî olduğu kadar, şeytânî özelliklere de sahip ve günâh işlemeye müsait olan insanın günâhlarından tevbe edip temizlenmesi için üç aylar bir fırsattır. Kısaca üç aylar, günâhlardan arınma, sevaplarla bezenme mevsimidir. Ramazandan önce oruçla buluşanlar, Cuma namazına koşanlar, namaza başlayanlar, ibâdetlerini çoğaltanlar, tevbe ile Allah'a yönelenler... gibi mânevî kazanç elde edenlerin çokça görüldüğü anlardır üç aylar.

Hayatımızda âdeta otokontrol sisteminin kurulmasına vesîle olan mübârek üç aylar ve kandiller, dünyevî meşguliyetlerimizden sıyrılıp, yaratılış gayemizi düşünmemiz; yaratan ve yaratılanlarla olan münâsebetlerimizi güçlendirmemiz için son derece değerli fırsatlardır.

İşte yakında idrâk edeceğimiz mübârek üç aylar; Yaratıcımıza, âilemize, çocuklarımıza, milletimize ve bütün insanlığa karşı görev ve sorumluluklarımızı hatırlatmalı, hata, ihmal ve kusurlarımızdan dönmemize ve gaflet uykusundan uyanmamıza vesile olmalıdır. Aramızdaki çekişmeleri, tefrika ve ihtilâfları, şahsî menfaat hesaplarını ve basit düşünce farklılıklarını bertaraf etmeli; her zamandan daha çok muhtaç olduğumuz ve Yüce Dinîmizin bizden ısrarla istediği; barış, hoşgörü, kardeşlik, birlik ve beraberliğimizin güçlenmesini, insânî ve ahlâkî meziyetlerin yeniden yeşermesini sağlamalıdır.

Bütün kardeşlerimizin üç aylarını ve Regâip Kandillerini kutluyor, hayırlara vesile olmasını Yüce Mevlâ'dan niyâz ediyorum.KAYNAK

5 Haziran 2009 Cuma

Kilo Vermenin Kolay Yolları

Okullar kapanıp yaz zili çaldığında tatil yerleri hızla dolmaya başlar, yazlık evlerde temizlik başlar, sahil bölgelerindeki akrabalar arkadaşlar ziyaret edilir. Uzun tatile gidemeyenler hafta sonu yakın bölgeleri araştırmaya başlar. Yakın mesafede kullanabileceği havuzu olanlar gidilecek tarihleri seçer veya sezonluk otel havuzuna üye olma fikirleri ortada dolaşır.

Tüm bunlardan önce kış aylarında kontrolsüz yemek yeme ve hareketsizlik tuzağına düşenler önce aldıkları kilolardan en kısa sürede kurtulma çözümleri ararlar. İşte bu telaş ve panik halinde hatalar yapılabilir, aslında en büyük hata kilo almaya başlandığı anda bu gidişe dur dememektir. Çünkü her eklenen kilo metabolizmaya eklenen ağır bir yüktür. Vücutta yağlanma arttıkça metabolizma yavaşlar. Her yeni diyet bir öncekinden daha zordur. Çünkü her yanlış diyetle kaybedilen kas, metabolik hızda yavaşlama ve vücutta sarkma ve şekilsizlik demektir.

KOLAY KİLO VERMEK İSTİYORSANIZ KOLAYI SEÇİN
1. Porsiyon ölçülerinizi küçültün. Kendinize yasaklar koymak yerine her şeyden tüketip küçük miktarlarda tercih etmeyi deneyin. Tabağınızı yarım bırakın veya karşınızdaki ile paylaşın.

2. Çay ve kahvede şeker kullanıyorsanız bırakın. Günde 5 şeker 100 kalori enerji verir. Her gün sadece 100 kaloriden vazgeçerek yılda 36 bin 500 kalori tasarruf edersiniz, bunun karşılığında yıl sonunda 5 kg zayıflamış olursunuz. Tam tersini düşünmek belki daha etkili olabilir. Her gün 5 şeker yemek, yıl sonunda 5 kg yağ anlamına geliyor.

3. Salataya eklediğiniz yağ miktarını gözden geçirin. 1 tatlı kaşığı zeytinyağı yeterlidir. Fazlada her bir kaşık 50 kalori almanız demektir. Günde 50 kalori fazla tüketmek, yılda 2 - 3 kg yağlanmanıza sebep olur.

4. Kuru baklagilleri haftada 1 - 2 kez mutlaka yemeye çalışın. Mercimek, nohut, kuru fasulyeyi ihmal etmeyin. Sıcak yemek yapmak dışında haşlayıp salatalarınıza karıştırabilirsiniz, çorba olarak tercih edebilirsiniz. Kuru baklagiller lif içeriği sebebiyle daha uzun süre tok tutar ve kilo vermeye yardımcı olur.

5. Doymuş yağ tüketimini azaltın. Süt, yoğurt, peynir ve etlerin yağsız kısımlarını tercih edin. Böylece daha az yağ tüketerek hem depo yağlarınıza hem de yüksek kolesterole karşı önlem almış olursunuz.

6. Alkol tüketiminizi sınırlandırın. Fazla miktarda (günlük 100 ml’ den fazla) alkol tüketen kişilerde hastalığa yakalanma riski daha yüksektir. Alkol seviyorsanız tercihiniz hep şarap olsun. Rakı, votka ve viski içtiğinizde yüzde 45- 50 oranında alkol alırsınız, oysa şarabın alkol oranı yüzde 12 -15 dir. 1 gram alkolün 7 kalori olduğunu unutmayın.

7. Her sabah aynı kahvaltıyı etmeyin. Bazı günler yeme biçiminizi değiştirin, tek yönlü beslenmeyin, farklı tatları deneyin. Örneğin:
Meyve salatası ile yoğurt
Yulaf ile süt
Meyve ile badem
Süt ile meyve
Peynir - ekmek
Tost
Simit - peynir
Omlet ile ekmek
Çorba

8. Fiziksel açlıkla duygusal açlığı ayırt etmeye çalışın. Sakın cesaretinizi kaybetmeyin. Hiçbirimiz mükemmel değiliz ve her zaman aynı disiplinde olamayabiliriz. Hep pozitif düşünün.

9. Öğün atlamayın. Öğün atlamayı alışkanlık haline getirmeyin. Çünkü atlanan her öğünden sonra, diğer öğündeki besin tüketimi daha fazla olmaktadır. Beslenmenizi bu konuda yeniden gözden geçirin.

10. Ara öğün yapmayı unutmayın. Az ve sık yeme prensibiyle metabolik hızınız artar, kan şekeriniz dengede olur ve açlık hissetmezsiniz. Uzun süre aç kalmak özellikle öğle yemeği yedikten sonra 6 - 7 saat aç kalıp akşam yemeğini geç yemek kilo alımında önemli bir etkendir. Bunun için 3 saatten fazla aç kalmamaya özen gösterin.
3 kuru kayısı, 2 parça ceviz
Yarım paket diyet bisküvi, 1 bardak süt ile kahve
1 kutu yoğurt, 10 -15 adet yaban mersini
1 kutu az yağlı süt, 1 adet taze meyve
Yarım paket diyet çubuk kraker, ayran
1/2 simit, peynir
Light kaşarlı kepekli tost, söğüş sebze
1 kutu meyveli yoğurt, 10 fındık
1 avuç beyaz leblebi, 1 bardak kefir
5 adet kuru erik, 10 badem
Yarım yufkadan sebzeli yağsız gözleme, 1 bardak light ayran

11. Su içmekte zorlanıyorsanız şişeyle tüketmeyi deneyin. Bardak saymakta zorlanıyorsanız, şişeyle içmeyi deneyin. Su içmek hem kilo vermenizi kolaylaştırır, hem de cildiniz için çok önemlidir.

12. Çeşitli beslenin. Hiçbir besin tek başına mucizevi bir özelliğe sahip değildir ve hiçbir besin de tek başına suçlu değildir. Hedefiniz hep ölçülü beslenmek olsun.

13. Zeytinyağını ve yağlı tohumları tüketirken kontrolü elden bırakmayın. Zeytinyağının kalp dostu olduğu birçok araştırmada kanıtlanmıştır. Ancak tüm yağlar gibi, 1 gramı 9 kalori içerir ve fazla tüketimi şişmanlığa sebep olur. 10 fındık veya badem veya 3 ceviz, 1 tatlı kaşığı yağa eşittir ölçülü tüketin.

14. Etiket okumaya başlayın. Kendi kendinizi kontrol ederken ve doğru besini ararken, mutlaka etiketleri okuyun. Besinlerin kalori, yağ ve tuz değer-lerini, son kullanma tarihlerini inceleyin. Şekersiz ve lifli ürünleri tercih edin.

15. Yaşam biçimi ve düşünce şeklinizi yeniden yapılandırın. Dengeli beslenme ve iyi yaşamı hayatınızın bir parçası haline getirin ve etrafınıza da bunu anlatın. Arkadaşınıza giderken pasta almak yerine, taze meyve sepeti veya zeytinyağı ürünlerinden bir sepet hazırlayabilirsiniz.KAYNAK

5 Mayıs 2009 Salı

Youtube Gibi Yasaklı Sitelere Nasıl Erişilir?



Şimdi en azından benim bilgisayarımda kesin çözüme ulaştı bu yöntem.Söylediklerimi doğru düzgün bir biçimde yaparsanız siz de çok büyük ihtimalle artık YouTube erişebileceksiniz.

Bu anlatacağım yöntemi henüz kimse bilmiyor ya da çok az kişi biliyor.TT bu yöntemi de öğrenirse,kesin buna da 1 önlem alır; o nedenle ses çıkarmıyoruz,sessizce size söyleyeceklerimi uyguluyorsunuz.:)

Konuyu daha iyi anlamanız için ve uygulamanız için maddeler halinde yazıyorum.

1. Sol alttaki "Başlat" butonuna tıklıyoruz.
2. Açılacak olan sekmede "Çalıştır"a tıklıyoruz.
3. Çalıştır kutucuğuna C:\WINDOWS\system32\drivers\etc\hosts aynen kopyalayıp yapıştırın ve "Tamam"a tıklayın.
4. Tamam'a tıkladığınız anda "Birlikte açma" penceresi karşınıza çıkacak. Çıkan pencerede "Listeden programı seçmek" seçeneğini işaretleyip yine "Tamam"a tıklıyoruz.
5. Karşımıza çıkacak olan pencerede birçok program arasından "Not Defteri"ni buluyoruz ve çift tıklıyoruz.
6. Açılacak olan Not Defteri'nde en aşağıya iniyor ve son satırın altına şu iki satırı yazıyoruz:

208.117.236.70 youtube.com

208.117.236.70 www.youtube.com

Yukarıdaki iki satırı ekledikten sonra Not Defteri'ndeki değişiklikleri kaydediyoruz.
Ondan sonra da aşağıdaki linke tıklayıp YouTube'a giriyoruz.

http://www.youtube.com/

İkinci 1 yol olarak DNS ayarlarını değiştirerekte erişim sağlayabiliriz.


Ağ Bağlantılarımdan->Ağ bağlantılarını görüntüle tıklayın.Yerel ağ bağlantısı üzerinde sağ tıklayıp,"Özellikler" tıklayın.(Ya da sağ altta saatin yanında çıkan ağ bağlantı simgesine sağ tıklayıp,”Durum” deyin.Çıkan pencerede "Özellikler" tıklayın.)



İnternet İletişim Kuralları(TCP/IP) Özellikleri penceresinde ise en altta bulunan “Aşagıdaki DNS sunucularını kullan” seçeneği seçin ve sırasıyla resimde görüldüğü gibi bu DNSleri girin.

İşlemin sonucunda artık youtube erişebilirsiniz.


3.yöntem olarak aşağıdaki resmi tıklayarak video anlatımındakileri uygulayıp erişim sağlayabilirsiniz.


4.yöntem olarak aşağıdaki programı download edip,çalıştırarak erişim sağlayabilirsiniz.



Bunlar işime yaramadı derseniz burayı tıklayıp belirtilen siteleri kullanarak erişim sağlayabilirsiniz.

YouTube'a giriş hakkımız elimizden alınamaz.KAYNAK

23 Nisan 2009 Perşembe

MESNEVİ'den Hikayeler 3.Cilt HAYRET

Saçı sakalı kır bir adam, iyi bir berberin önüne gider de, “Yiğidim, saçımdaki sakalımdaki akları ayır, yol bir yeni gelin aldım der. Berber, adamın sakalını dipten tıraş ederek kılları önüne kor da der ki: “ benim bir işim çıktı sen ayırıver!”işte bunun gibi bu sual şu da cevabı, artık sen ayırıver!”

Din kaygısı, bunlarla uğraşmaya vakit bırakmaz. Birisi Zeyd’e bir sille vurur. Zeyd de hileye sapıp onu dövmek üzere üstüne saldırınca, adam: “ Dur, senden bir şey soracağım, cevabını ver, sonra beni döv. Senin kafana vurunca şırak diye bir sestir çıktı. Şimdi burada dostça senden bir sualim var:

Bu şırak sesi benim elimden mi çıktı, yoksa senin kafandan mı ye uluların öğündüğü ulu zat?” dedi. Adamcağız dedi ki: “ Acıdan kurtulmadım ki bu düşünceye dalayım.

Senin derdin yok, sen düşüne dur.” Dert sahibi böyle düşüncelere saplanamaz, kendine gel!

Sahabenin ruhlarında Kuran’a karşı fevkalade bir iştiyak vardı ama aralarında hafız pek azdı. Çünkü bir meyve oldu mu kabuğu adamakıllı incelir, çatlar, dökülür. Ceviz, fıstık ve badem bile olunca kabukları incelir. İlmin hakikati de kemale gelince kışrı azalır. Zira sevgilisi, aşıkı yakar, yandırır.

İstenen, sevilen kişinin vasfı, isteyen, seven kişinin vasıflarının zıddıdır. Vahiy ve nur şimşeği, peygamberi yakar. Kadim olan Allahnın sıfatları tecelli edince hadisinin sıfatlarını yakar, mahveder. Sahabe arasında birisi Kuranın dörtte birini ezberledi de duyuldu mu, sahabe, bu bizim ululumuzdur derdi.

Böyle bir büyük mana ile sureti bir arada cem etmek, hayretlere düşmüş, mest olmuş padişahtan başka kimseye mümkün değildir. Böyle bir sarhoşluk aleminde edep kaidelerine riayet etmenin zaten imkanı yoktur, bu imkan bulunsa bile şaşılacakşeydir doğrusu! İstiğna aleminde niyaza riayet etmek, yuvarlak bir şeyle uzun bir şeyi, zıddoldukları halde bir arada cem etmeye benzer.

Sopa, esasen körlerin sevgilisidir. Kör, Kuran sandığına benzer ancak. Körlerin sözleri, Mushaf harfleriyle, eski hikayelerle, korkutuşlarla dolu sandıklardır. Fakat kuranla dolu sandık, boş sandıktan iyidir elbet. Yüksüz sandık fareler ve yılanlar dolu sandıktan daha iyidir.

Hasılı insan, vuslata erdi mi vasıta olan kadın, adamın gözüne soğuk görünmeye başlar. Güzelim istediğin şeye ulaştın mı artık bilgi sahibi olmayı istemek kötüdür.

Göklerin damlarına çıktıktan sonra da merdiven aramak manasızdır. Hayra ulaşan kişi, dostluk ve başkasına bir şey öğretmek maksatlarından başka bir maksatla yine hayır yolunu arar.

O yoldan bahsederse bu iş, soğuk bir şeydir. Aydın ayna saf ve cilalı bir halde iken onu cilalamaya kalkışmak bilgisizliktir. Padişah tarafından kabul edilip huzurunda oturduk dan sonra mektup ve elçi araştırmak çirkin bir şeydir.

Sevgili aşıklarından birisini huzuruna çağırdı. Aşık aşk mektubunu çıkarıp sevgilisinin huzurunda okumaya başladı. Mektupta beyitler, övüşler, ihtiyaç ve aciz yoksulluk, birçok laflar vardı. Maşuk dedi ki: “ Eğer bu okuma, benim içinse vuslat zamanı ömür zayi etmektir bu!

Ben yanımdayım, sen mektup okuyorsun. Bu aşıklık alameti değil ki!” aşık dedi ki: “

Doğru, sen buradasın ama ben, istediğim zevki, istediğim gibi bulamıyorum ki, geçen yıl senden aldığım zevki, şimdi vuslatına erişmiş olduğum halde alamıyorum ben bu kaynaktan arı, duru su içtim, o suyla gözümü de yeniledim, gönlümü de.

Şimdi kaynağı görüyorum ama su yok. Yoksa su yolumu birisi mi kesti” dedi. Maşuk dedi ki: “ Şu halde ben, senin sevgilin değilim. Ben Bulgar türküyüm, sen katu Türkü istiyorsun. Sen bana değil, bir hale aşıksın. Fakat yiğidim, hal elde kalmaz ki senin tamamıyla istediğin ben değilim. Alemde istediğin şeyin bir kısımcağızı da ben de var.

Sevgilin değilim, sevgilinin eviyim, halbuki aşk, peşindir, eldedir, sandıkta değil!

Sevgili, tek olan sevgiliye derler. Gelişin de ondandır, sonuncu gidişin de ona! Onu buldun mu başkasını beklemezsin gayri. Ortada görünüp duran da odur, gizli olan da o! O hallere sahip bir hakimdir, mahkum değil.

Aylar, yıllar, o ay yüzlünün kuludur, kölesidir. Dilerse söyler, hale ferman eder.

Dilerse hükmeder, cisimleri can haline getirir. Bekleyip duran, oturup hal arayan, hal bekleyen kişi, işin sonuna varmış değildir. Sona varan kişinin eli, hal kimyasıdır, elini oynattı mı bakır, sarhoş bir hale gelir, altın olur.

Dilerse söyler, hale fermen eder. Dilerse, hükdiken ve neşter, nerkis ve ağustos gülü kesilir. Hale mahkum olansa hal gelince derecesi artan, halsiz kalınca rütbesi eksilen bir adamdır. Hulasa sofi “ İbn-ul vakit” tir, fakat vakitten de kurtulmuştur, halden de.

Haller, onun azmine onun reyine mahkumdur, haller, onun Mesih’in nefesine benzeyen nefesleriyle diridir.

Sense hale aşıkısın, bana değil. Sen, bir hale sahip olmak ümidiyle benim etrafımda dönüp dolaşıyorsun. Bir an eksilen, bir an artıp kemal bulan hal, Halil’in mabudu olamaz, batar gider. Batıp giden, gah böyle, gah şöyle olan güzel değildir, ben batıp gidenleri sevmem.

Bazan hoş, banan nahoş olan, bir zaman su, bir zaman ateş kesilen, Ayın burcudur ama ay değil. Put gibi güzeldir, ama güzelliğinden haberi bile yok! Saf sofi, İbn-ul vakit” tir ama vaktin babasıymış gibi vakti adamakıllı avucunun içine almıştır. Bu çeşit sofi, tamamıyla ululuk sahibi Allah’ın nuruna gark olmuştur.

Kimsenin oğlu değildir o vakitlerden de kurtulmuştur hallerden de! Doğurmayan nura batmıştır. Doğmayan, doğmayan zatsa ancak Allahdır. Diriysen yürü, böyle bir aşk ara. Yoksa birbirine aykırı vakitlere kulsun. Çirkin güzel nakışlara bakma da kendi aşkına, kendi dileğine bak!

Hor musun, zayıf mı? Buna bakma da ey kadri yüce kişi, himmetine, gayretine bak! Ne halde olursan ol boş durma, ey dudakları kurumuş susuz, daima su araştır! O, susuz, o kupkuru dudağın yok mu? O dudak, sudan haber verme de. Nihayet kaynağaulaşacağını bildirmede.

Dudak kuruluğu, suyu haber verir. Bu eziyet, bu susuzluk, muhakkak suya ulaşacağına delalet eder. Bu aramak yok mu, kutlu bir iştir. Hak yolundaki bu istek, maniler giderir. Bu istek, dileklerinin anahtarıdır. Bu istek, senin ordundur, bayraklarının yardımcısıdır. Bu istek, horoz gibi “ Sabah geliyor” diye nara atarak müjdeler verir.

Aletin yoksa bile iste ara. Allah yolunda alete ihtiyaç yoktur. Oğul, kimi arayıcı görürsen ona dost ol, önünde baş indir. De isteklilerin civarında sen de istekli ol.

Galiplerin sayesinde sen de galebe et! Karınca Süleymanlık dilerse onun bu dileğini hor görme, himmetine bak! Elinde mala, sanat ve hünere dair ne varsa önce onu istemez miydin, ona bu sayede nail olmadın mı?

8 Mart 2009 Pazar

Bugün Mevlit Kandili

8 Mart Pazar gününü Pazartesiye bağlayan gece, Yüce Yaratıcının insanlığa gönderdiği en son rahmet elçisi, ilahi vahyin son ve tamamlayıcı halkası Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (as)’ın hicri takvimle Mevlid kandilini idrak edeceğiz.

Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “Andolsun ki Resûlullah’da sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokca zikredenler için mükemmel bir örnek vardır.” (Ahzâb, 33/21) buyrularak Sevgili Peygamberimiz’in hayatı bizlere ‘en güzel örnek’ olarak takdim edilmekte ve onu örnek almamız istenmektedir. O yüce elçi, hem ferdi, ailevi ve sosyal hayatı hem de söz ve açıklamaları ile insanlığa kıyamete kadar kalıcı bir rehberlik ve örneklik sunmuştur.

Kur’an’da “Allah’ın sevgisine mahzar olmanın Hz. Peygamber’e tabi olmaktan geçtiğinin” (Âl-i İmrân, 3/31) ve “Hz. Peygamber müminlerin içinde olduğu sürece Allah’ın kendilerine azab etmeyeceğinin” (Enfâl, 8/33) vurgulanması, Hz. Peygamber’in örnekliğinin inananlar için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Hz. Peygamber’i sevmek ve onu örnek almak demek; onun, insanlığın huzuru ve kalıcı mutluluğu için yaptığı çağrıyı günümüze taşıyarak hayatımıza yansıtmak, davranışlarımızı onun örnek ahlâkına, emir ve tavsiyelerine göre şekillendirebilmek demektir. Çünkü O’nun örnek hayat çizgisi, söz ve davranışlarının temsil ettiği değerler bütünü bizler için her zaman yaşanabilir ve uygulanabilir özelliktedir. Yüce Rabbimizin peygamberleri meleklerden ve olağanüstü güçlere sahip ve başka alemlere ait varlıklardan değil de içimizden seçmesi, bir beşer olarak göndermesi, peygamberlerin davetinin insanlar için anlaşılabilir, yaşanabilir, yapılabilir olduğunu göstermek içindir.

Rahmet Peygamberi Efendimizi örnek almamız, sahip olduğumuz sorumluluğu, misyonu, insanî ve ahlâkî değerleri fark etmek demektir. Dindarlığımızın olgunlaşması da O’nu tanımaya, anlamaya ve sevmeye bağlıdır. Dünya hayatının sonu gelmez koşuşturması, her bir yönden gelen bilgi kirlenmesi, iç dünyamızda yaşanan gelgitler arasında bocalayan bizlerin günümüzdeki önemli sorunlarından biri; Hz. Peygamber’in örnek hayatı ile kendi hayatımız arasında sağlam bilgiye dayalı bir köprü kuramayışımız, sonuçta insanlığa rehberlik edecek ve umut kapıları açacak ahlâkî duyarlılığa sahip dindarlıkların üretilemeyişidir. Bu nedenle, giderek dünyeviliğe, bireysel benliklerine, çıkar ve hazza dayanan bir hayata yönelen çağımız insanlarının, onun örnekliğine, manevî önderliğine, sevgisine, onu anlamaya ve sevmeye son derece ihtiyacı vardır.

Dürüstlüğü, emaneti korumayı, insan haklarına ve bunun önemli bir parçası olan kadın haklarına riayet etmeyi, yetim ve kimsesizlere kol kanat germeyi, ne sözle ne davranışla kimseyi incitmemeyi, iyilik yapmayı öğütleyen ve yaşayışıyla bunlara en güzel örnek olan Sevgili Peygamberimiz, yetimin elinden tutmuş, kimsesizlerin kimsesi olmuş, hiç kimseyi incitmemiş, bütün varlığa şefkat nazarıyla bakmış, karşılaştığı onca çirkin iftiraya ve dayanılmaz ezaya rağmen kötülüğe kötülükle karşılık vermemiştir. Sahip olduğu ahlâkî erdemlerle, Rabbimizin “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin” övgüsüne mazhar olan Sevgili Peygamberimiz, paylaşmayı, sevgi ve saygıyı, ötekini anlamayı ve ona yardım elini uzatmayı, müsamahayı, affı, rahmeti ve merhameti sadece tavsiye etmemiş, bunları aynı zamanda yaşadığı örnek hayatında hep uygulamış, neticede bu ve benzeri erdemler Hz. Peygamber ve Sahabe topluluğunun hayat çizgisi olmuş, böylece sevgi, güven ve huzur temeline dayalı, kendisiyle ve Yüce Yaratanla barışık bir toplumu oluşturmanın yolları bizlere somut olarak gösterilmiştir.

Bu duygu ve düşüncelerle Mevlid Kandilinin bütün insanlığa rahmet, dış ve iç dünyamıza huzur getirmesini, Mevlid-i Nebi’nin toplumumuzda, O’nu yakından tanımaya, sevmeye ve O’nun sevgisi etrafında birleşmeye vesile olmasını Yüce Allah’tan temenni eder, tüm İslam âleminin Mevlid Kandilini tebrik ederim.KAYNAK

26 Şubat 2009 Perşembe

ÖRTÜLEN GERÇEKLER

Bizlere “dinci” diyen “dinsiz”lerle tartışmak abesle iştigal; çünkü onlar, içinde yaşadıkları evrensel sistemi “oku”makta özürlüler!.

Onlar, “DİN” konusunu tartışabilecek yeterli veritabanına sahip olmadıkları için, bırakın onları bir yana da; Dünya’da insanları “robotlaştırma”da olağanüstü başarı gösteren müslüman “güdücü”lerin başarısına bir göz atın!

Tarihte hiçbir devirde gerçekleşmemiş böylesine “insanları robotlaştırma” evresi!.. Yetersiz “güdücü”ler eliyle günümüzde yüzmilyonlarca “müslüman robot” üretimi gerçekleştirilerek, evrensel bir başarıya(!) imza atılmıştır!.

Yeryüzünde açığa çıkmış en muhteşem bilgi kaynağı Kurân-ı Kerîm ve Yeryüzünde yaşamış en muhteşem İnsan ve dahi sonsuzluğun en muhteşem Ruhu Hazreti Muhammed (aleyhisselâm)’a tarihte hiçbir devirde bu kadar zulmedilmemiştir…

Bu zulmü yapan, o muhteşem Zât’ı inkâr edenler olsa, ne gam!.. Onlar zaten ne O’nu severler, ne inanırlar, ne de “ne demiş” diye sorgularlar!. Onları dile alıp da kınamak dahi zaman ve nefes israfı olur!

Âlemlere rahmet olarak açığa çıkmış (irsâl olmuş) o muhteşem Zât’a ve öğretisine zulmedenler, maâlesef, ne yazık ki bir sürü Müslümandır!.

“Robotlaştırılmış Müslüman”lar!.

“OKU”mayan, ağzından çıkan kelimelerin anlamından şuurunun haberi olmayan, aklını kullanmayan kişiler!

Ne kadar korkunç bir vebâl altında olduklarını farkedemiyecek ölçüde perdelilik ile yaşayan “güdücü”ler!.

“Sakın düşünme!”, “Hikmetini araştırma!”, “Sorgulama!”, “Aklını kullanma!”, “Nedenini kurcalama!”, “Anlamaya çalışma!” denerek beyinlerinin işlevi, basîretleri köreltilen Müslümanlar!

Kurân-ı Kerîm, “ilimle diri olun”; “yeryüzünde halifesiniz (kadın-erkek ayrımsız olarak)”; “düşünün, misâllerle anlattıklarımızın neye işaret etmekte olduğunu fark ve keşfedin”, derken; “güdücüler”, insanları beyinsiz yaşama programlamak için ellerinden geleni yapıyorlar, taaa çocukluklarından başlayarak…

Artık o “robotlaşmış Müslümanlar”, tıpkı hipnoza girmiş insanlar gibi, “güdücü”lerinden gelen hitap ve emir dışında hiçbir şeye kulak vermez oluyorlar!.. Rasûlullah (aleyhisselâm)’ı bile, “güdücü”leri nasıl anlamalarını istiyorsa öylece kabulleniyorlar!.

“Teşbih”tir deyip, örtüyorlar!.. “Tenzih”tir deyip ötelere yerleştiriyorlar!..

Kelimelerle boğuyorlar, insanları!.. Kelimelerin işaret etmek istediği anlamlara, tefekkür yelkeni açtırmak yerine!

“Bilgi”, gereği kavranmak, işareti fark edilmek, üzerinde düşünülüp yeni açılımlar edinilmek; sonuçları hissedilip yaşanmak için, “anahtardır”!.

Bilgi, ezberlenip tekrar edilesi yük değildir, hammallığı yapılası!

Kurân, “akıl sahibi insanlara” hitap eder; “robotlaştırılmış”, şuursuzca yaşayanlara değil!

Kurân isimli muhteşem bilgi kaynağı, insanlar anlamını anlamadan, kuru kuruya ezberleyip tekrar etsinler diye gelmemiştir!.

Robotlar namazın hareketlerini taklit edip Kurân’ı ezbere okurken, Müslümanın robottan farkı ne olacaktır?

“Robotlaştırılmış” olanlar, neslin kayıplarıdır!. Geçip gidiyorlar veya gidecekler öylece de!..

Onları “neslin kayıpları” hâline getirenler, yüklendikleri vebâlin azametini zerre kadar fark edebilseler; bu işlevleriyle, O muhteşem insan Allah Rasûlü ve son nebîsi Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’a nasıl zulmetmekte olduklarını fark edebilseler, belki de akıllarını kaçırırlardı!.

Bir yandan “sevgili peygamberim ben seni çok seviyorum” deyip; ardından da insanları, “aman o bilgileri sakın okumayın, araştırmayın, sorgulamayın, sonra kafanız karışır, imanınızdan olursunuz” diyerek Rasûlullah’ın getirdiklerini farketmekten anlamaktan, uzaklaştıranlar; büyük çoğunlukla yaptıklarının veya söylediklerinin nereye uzandığının bilincinde bile değillerdir!. Ne var ki güdülenler bu yüzden kaybettiklerini asla geri alamayacaklardır.! Sistemde mazerete yer yoktur!

“La ilahe illallah”ın anlamını, “en büyük tanrı bizim tanrı başka büyük yok!” ilkelliğiyle Müslümanlara enjekte edip, Rasûlullah’ın tüm düşündürtme işlevini ortadan kaldıran; sonsuza dek en muhteşem bilgi kaynağı olarak kalacak Kurân’ı, gökten gelmiş –pardon inmiş– “fermanname” anlayışıyla örtüp işlevsiz hâle getirenlere daha ne denebilir ki!.

Rasûlullah (aleyhisselâm), “halife”siniz uyarısıyla “salât”ı yaşamayı (namazı ikameyi) öğretirken… Bugün, her tarafta namaz kılan(?) robotların(!) nasıl yatıp kalkacağının programlanması bilgisi yayılıyor!!!

Tevhid anlayışının açıklayıcısı Allah Rasûlü ve Nebîsi İbrahim aleyhisselam, “Rabbiy cealniy mukıymes salati ve min zürriyetiy” yani, “Rabbim bende salât yaşamayı oluştur; benden meydana gelen nesillerde de” diye dua ederken; ve bu olay, bize bir ibret ve tefekkür vesilesi olsun diye Kurân’da vurgulanırken… Biz, yalnızca, “robotların namazının” propogandasını yapıp; “salâtın (namazın) nasıl yaşanılacağı” hakkında tek söz etmiyoruz!

“Din”in direği salât (namaz)!

“Müminin mirâcı salât (namaz)!

Şuurda yaşanılası bir muhteşem olay salât!. Yalnızca bedensel hareketler değil!.

“La ilâhe illalah”ıkavrayamamış beyinler “Allah” ismiyle işâret edileni anlayamaz!.

“Allah” ismiyle işâret edileni fark etmemişler, HU’nun “EKBER”iyetinin anlamını hiç düşünemez!.

“Allah” ismiyle neye, nasıl işâret edildiğini anlamamış “robotlaştırılmış”ların, “Bi-ismi Allah” demesi de mümkün değildir; “Rahman-ir Rahîm”i fark edebilmesi de!.

“Fatiha’sız namaz olmaz” vurgulamasının, olayın sesli kelime tekrarı olmadığını anlattığını da anlayamaz; düşünmekten – sorgulamaktan, anlamaya çalışmaktan “KAFAN KARIŞIR!” diye perdelenmiş olanlar!. Bunun anlamının, “Fatiha’nın mânâsını idrak edip hissedip yaşamadan, namazın ikame edilmiş olmaz”; uyarısı olduğunu hiç düşünmezler!

Yazık!.. Yüzmilyonlarca yazık!...

“Güdücü”ler ve “güdülen”ler, Allah’ın kendilerine bahşetmiş olduğu en muhteşem bilgi "Kurân'ı okumaktan", en büyük nimet “salâtı (namazı) yaşamaktan” mahrum olarak gidiyorlar bu dünyadan, öte yaşam boyutuna!.

“Kurân’ı OKUmayı”, Arapça harfleri doğru telaffuz etmek olarak düşünmenin ötesine geçemediklerinden; öylece şartlandıklarından!.

“Salât”ı (namazı), tanrıya tapınmak, ya da kibarcasıyla “Allah’a tâ’zim” olarak düşünmenin ötesine geçemediklerinden; öylece şartlandıklarından!.

“Allah’a ibadet içindir salât (namaz)”!.

“Tanrıya tapınmak için” değildir namaz!

“Allah’a ibadet”, kulluğunun idrakında olmak demektir!.

“KUL”luğunun idrâkında olmak demek; tüm varlığının, vücudunun, “ben”liğinin, O’nun esmâsından var olduğunu, bunun ötesinde mutlak bir “hiç”likten ibâret olduğunu bilmek, hissetmek, yaşamak demektir!. Esmâsına sınır koymamaktır “KUL”luk!.. (Bunun anlamını çok iyi düşünmek gerek; zirâ “şirki hafî” yani “gizli şirkin” sebebi budur.)

“İhlâs” ve “Fâtiha” sûreleri, mümine bu gerçeği kavratıp yaşatmak için gerekli olan her inceliği açıklayan Kurân’ın, özü mahiyetindeki bilgiyi ihtiva eder.

Bunların anlamını kavrayıp yaşayan, “ben”liğinin hakikatine ererek, “ben”inin O mutlak vücutta “yok”luğunu hissedip yaşar! Salâtı (namazı), ikâme edilmiş olarak, mirâc olur!.. Mirâcı tamam olur!.

Tüm bu anlattıklarımız, daha, Rasûlullah (aleyhisselâm) ’ın bize açtığı muhteşem güzelliklerin kapısıdır… İçeri girenler için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir dilin anlatmadığı nîce güzellikler daha vardır!.

Dünyada basîreti kör olan, âhırette de kör olacaktır!. Bu sistemin, “sünnetullah”ın gerçeğidir!.

Allah kimin selâmetini dilemişse, o kişi bu yazdıklarımızı iyi düşünür ve yaşamına ona göre yön verir yeni baştan!.

“Huzuruna çıkan” hüsrandadır!.

“Huzurda olmanın sonuçlarını yaşayan”, yanmaktan azâd olmuştur!

“Huzurdan uzaklaştırılmışlığı” yaşayanın alâmeti, çeşitli indî, nefsanî, şeytanî gerekçelerle yaptığı dedikodu ve gıybetle ömür tüketmesidir!.

Lutfa ermişliğin sonucu, beş duyu kayıtlarından azâde, tefekkürün kanatlarıyla, esmâ aleminin özelliklerinin açığa çıkışını seyirdir!.

Gözünle, görebildiklerini seyrediyorsun…

Ya göremediğin diğer görünmezleri, mesafe kaydından beri olarak diğer sistemlerdeki yaşayanları görebilseydin; daha doğrusu algılayabilseydin de, beynin o algıladıklarını da görüntüye çevirebilseydi!..

Hele hele…

Algılama sisteminle, yalnızca yaşadığın sistemi değil, galaksi veya evreni değil; tüm semâlardakileri; yani katmanlardakileri; yani hücreler boyutundaki bilinç türlerini yaygın ve katmansal olarak; yani moleküler boyuttaki bilinç türlerini yaygın ve katmansal olarak; yani atom altı katmanların bilinç türlerini yaygın ve katmansal olarak algılasaydın aynı anda da; beynin onları da görüntüleyebilseydi!..

Fesubhanallah!

Allahu ekber!.

Gel dostum… Ne olursan ol, gel tefekkür dünyasına, aklını değerlendirenler arasına!.

Bırak taklitçiliği!

Bırak, “kafan karışsın”!.. Denizler durulmaz dalgalanmadan!.

Elbette, şartlandırıldığın yanlışlar, eksikler, yetersizlikler, gelen doğru bilgilerle karşılaşınca karışacaktır!. Kafan, allak bullak olacaktır!.

Katarakttan kurtulmak istiyorsan, ameliyatı kabulleneceksin!.

Ameliyattan korkarsan kör kalırsın!.. Bunu anla artık!.

Körler, baskı yaparlar sana; ameliyatı kabullenip, “gören”ler ve sonuçlarını yaşayanlar arasına katılmaman için!.

Bir düşün ne olur, biraz gerçekçi ol!

İster Gavsı âzam Abdulkadîr Geylanî, ister Şahı Nakşıbend, ister Hacı Bektaşı Velî; ister bir başka değer verdiğin…

Bunlar veya bunlar gibi nîceleri, “kör”ler âleminden kaçıp, öte âlemde ebedî olarak kör olmamak için Rasûlullah (aleyhisselâm)’ın getirdiklerini ve o Muhteşem Bilgi Kaynağı Kurân’ı değerlendirip “mukarreb” olmuşlar.

Müslümanlık, “gardırop” ve “kıl” dini değildir!.

Olay, kıyafet ve yüzdeki kılların şekli olayı değildir!

“Kişi kendini benzettiği kavimdendir” uyarısını yapan RASÛLULLAH’tır; ki Rasûlü olduğu ALLAH, açıkladığı Bilgi Kaynağında şunu vurgulamaktadır:

“Allah sizin suretlerinize değil ŞUURUNUZDAKİNE (kalbinizdekine) bakar”!

Yetersiz bilgisi olan “güdücüler” sizi bedene dönük boyutla kayıtlarken, “YAŞANILASI” nasıl bir muhteşemlikten perdelendiğinizi ne zaman fark edeceksiniz?..

Allah, Dünya’da yaşamış en muhteşem insan, Rasûlü Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ın açıkladıklarının hakikati doğrultusunda şuurumuzdakileri yenilemeyi kolaylaştırsın!.
KAYNAK

20 Şubat 2009 Cuma

ÖLEN Mİ ÖLDÜREN Mİ ?

Birisi, kızgınlıkla anasına hançerleyerek, döverek öldürdü. Biri ona “ Huyunun kötülüğü yüzünden ana hakkını gözetmedin. Çirkin herif, ananı neden öldürdün! Niye söylemiyorsun, o sana be yaptı ki?” dedi. Adam “ çok ayıp bir iş işledi,bende onu öldürdüm. Ayıbını toprak örtsün” diye cevap verdi. Kınayan “Be adam, ananı öldüreceğine o kişiyi öldürseydin”deyince dedi ki: “her gün başka birisini mi öldüreyim?

Onu öldürdüm, halkın kanına girmekten kurtuldum, halkın boğazını boğazını keseceğime onu boğazladım, bu daha iyi!” O kötü huylu ana, fesadı her tarafta zahir olan nefsindir. Her an onun için bir azize kastedip duruyorsun; kendine gel, onu öldür! Onun yüzünden bu güzel dünya sana dar geliyor. Onun yüzünden Tanrı ile de savaşıyorsun, halkla da.

Nefsini öldürürsen özür serdetmeden kurtulursun, ülkede hiçbir düşmanın olmaz. Bir kimse peygamberlerle velileri düşünüp sözümüzden şüpheye düşer. “Peygamberlerin nefisleri helak olmamış mıydı? Onların neden düşmanları vardı, onlara niye haset ediyorlardı?” derse, Ey doğru söz arayan, kulağını aç!

Bu şüpheye, bu tereddüde vereceğimiz cevap şu: O münkirler kendilerinin düşmanlarıydı; onlar kendilerini yaralıyorlardı. Düşman, ona derler ki cana kastetsin. Kendi kendisine can çekişene düşman demezler. Yarasacağız, güneşin düşmanı değildir, hicaba girmiş,kendi kendisine can çekişene düşman olmuştur. Güneşin ziyası onu öldürür; fakat güneş, yarasanın zahmetini hiç çeker mi, yarasa güneşe bir kötülükte bulunabilir mi?

Düşman ona derler ki ondan bir azap,bir eziyet gelsin; kabiliyeti olan taşın güneş tesiriyle lal olmasına mümanaat etsin! Halbuki kafirlerin hepsi de peygamberlerin cevherlerindeki ziyadan kendilerini men ederler.! Halk nasıl olur da o tek kişinin gözüne perde olur? Bilakis kendi gözlerini kör eder, kendi gözlerini kötü bir hale sokarlar.

Efendisiyle inada girişip kinlenerek kendisini öldüren Arap köle gibi! Köle, sahibine ziyan vermek için kendisini damdan baş aşağı yere atar,helak olup gider! Hasta, doktora düşman olmuş; çocuk, kendisini terbiye edene düşmanlık beslemiş;( zarar kime?)! Hakikatte hasta da çocuk da kendi yolunu vurmakta, kendi akıl ve canının yolunu kesmektedir. Bez yıkayan, güneşe kızar;balık, denize hiddet ederse,Bir bak,ziyanı kime? Sonunda bu kızgınlık yüzünden kimin bahtı kararır? Tanrı seni çirkin yarattıysa kendine gel de bari hem yüzü çirkin, hem huyu çirkin olma!

Ayakkabın olsa bile taşlığa gitme. İki boynuzun varsa dört boynuzlu olma! Sen “ Ben filan kişiden daha aşağı mıyım ki talihim böyle ters gidiyor” diye haset ediyorsun ama, Esasen haset de başka bir noksan, başka bir ayıp. Hatta bütün aşağılıklardan daha beter! Şeytan da aşağı olmadan arlandı, bunu ayıp telakki etti de kendisini yüzlerce kötülüğe düşürdü.

Hasedinden yücelmek istedi. Fakat yücelik nerede? Kanlara bulanıp kaldı. Ebu cehil, Muhammet’e uymaya utandı,hasedinden kendisini yüceltmeye,ondan yüksek olmaya çalıştı. Adı Ebül Hakemdi Ebu cehil oldu. Nice ehliyetli kişiler vardır ki haset yüzünden na ehil olup kalmışlardır. Ben bu çalışıp çabalama dünyasında iyi huydan daha iyi bir ehliyet görmedim. Fazileti, mahareti,hüneri bir tarafa bırak.

Bu yolda hizmet ve iyi huy işe yarar. Tanrı,mihnet ve ıstıraplarla hasetler meydana çıksın diye peygamberleri vasıta etti. Çünkü Tanrıdan kimse arlanmaz, Tanrıya kimse hasedetmez. Fakat, halk, Peygamberi de kendisi gibi bir adam sanır, o yüzden ona hasededer. Fakat peygamberlerin büyüklüğü tahakkuk etti mi, artık ona kimse hasededemez, ona herkes uyar. Şu halde her devirde peygamber yerine bir veli vardır, bu sınama kıyamete kadar daimidir. Kimde iyi huy varsa kurtulmuştur; kimin kalbi sırçadansa sınmıştır.

İşte diri ve faal imam, o velidir, ister Ömer soyundan olsun, ister Ali soyundan! Ey yol arayan, Mehdi de odur, Hadi de o. Hem gizlidir hem senin karşında oturmakta. O, nura benzer; akıl onun Cebrail’idir. Ondan aşağı olan veli de onun kandilidir.

Bu kandilden daha aşağı derece de olan veli de kandil konan yerimizdir. Nura mertebe bakımından dereceler vardır. Çünkü Tanrı nurunun yedi yüz perdesi vardır. Nur perdelerini bu kadar kat bil1 Her perdenin ardında bir kavmin durağı var. İmama kadar bu perdeler saf saftır.

Son saftakilerin gözleri, zayıflıktan ön saftakilerin nuruna tahammül edemez. Ön saftakilerin gözleri de görüş zayıflığı yüzünden daha ön saftakilerin nuruna takat getirmez. İlk saftakilerin hayatı olan aydınlık, bu şaşının ruhuna azap ve afettir. Şaşkınlıklar yavaş, yavaş azalır; adam yedi yüz dereceyi geçti mi deniz kesilir. Demiri, yahut altını saf bir hale getiren ateş, terü taze ayva ve elmaya yarar mı?

Ayva ve elmanın da az bir hamlığı olabilir, fakat demire benzemezler, hafif bir hararet isterler. Halbuki o hararet, o, şuleler, demir için kafi değildir. Çünkü demir, ejderha gibi olan ateşin yalımını ister. O demir meşakkatlere tahammül eden fakirdir. Çekicin altında, ateşin içinde kıpkırmızı bir hale gelir, ondan hoşlanır. Bu çeşit fakir, ateşin vasıtasız perdecisidir, vasıta ve vesile olmaksızın ateşin ta ortasına kadar girer. Fakat su ve su oğulları, hicap olmaksızın, bir vasıta bulunmaksızın ne ateşten olgun bir hale gelirler, ne ateşin hitabına mazhar olurlar.

Ayağa yürümek için nasıl ayakkabı lazımsa bunlara da ateşten feyz almak için bir tencere; yahut tava lazımdır. Yahut da ortada bir yer gerektirir ki hava ısınsın, kızsın da harareti suya müessir olsun. Fakir ona derler ki şulelerle vasıtasız rabıtası vardır. Hakikatte alemin gönlü odur. Çünkü ten (gibi olan aleme) bu gönül vasıtasıyla feyz gelir, ten (gibi olan cihan), bu gönül yüzünden işe yarar. Gönül olmasa ten, konuşmayı ne bilir? Gönül aramasa ten, araştırmadan ne anlar? Demek ki şulelerin nazargahı o demirdir. Şu halde Tanrının nazargahı da gönüldür, ten değil! Sonra bu cüzi olan gönüller de hakiki maden olan gönül sahibinin gönlüne nispetle ten gibidir. Bu söz, çok misal ister, çok şerh ve izah ister. Fakat avamın anlayışı sürçer diye korkuyorum.

Bu suretle iyiliğimiz kötülük olmasın. İyilik yapıyoruz diye kötülükte bulunmayalım, bu söylediğim de ancak kendimde olmadığından,ihtiyarım elimde bulunmadığından.Çarpık ayağa çarpık ayakkabı daha iyi, yoksulun eli ancak kapıya varır.Kaynak:Mesnevi Cilt 2

12 Şubat 2009 Perşembe

Hastalıklardan korunma rehberi


Bu aylarda kırmızı lahana, turuncu havuç, beyaz lahana, yeşil brokoli, elma... Yazın da kırmızı domates, mor patlıcan, yeşil fasulye ve diğerleri... Ancak renkli beslenirken mevsime ait sebze ve meyveleri tüketmek önemli. Uzmanlar sebze ve meyvelerin içerdikleri beta-karoten gibi renkli maddelerin, anti oksidan özellikleri nedeniyle kanser riskini azalttığı konusunda hemfikirler. Avrupa Kanser Araştırma Merkezi'nin (EPIC) verileri de bunu doğruluyor. Bu yüzden ajandanıza günde 5 porsiyon meyve sebze yeme ve bunların da farklı renkte olmasına dikkat etme notunu düşebilirsiniz.


Gün içinde vücut ağırlığınızla orantılı olarak, her bir kilo için yaklaşık 35 - 40 miligram oranında sıvı tüketmeniz öneriliyor. (Örneğin 60 kiloysanız günde 2-2,5 litre sıvı tüketmeniz gerekir.) Sıvı tüketiminin eksik olması halinde organlardaki oksijen ihtiyacı artar ve kan basıncı düşer. Bu da baş ağrıları ve kalp sıkışmasına neden olabilir. Diğer yandan içmeniz gereken sıvı miktarının tamamının sudan karşılanması gerekmiyor. İçtiğiniz çorba, yediğiniz meyve-sebzeyle de sıvı ihtiyacının bir kısmı zaten karşılanıyor. Bunun yanı sıra içeceğiniz su, süt, ayran ve bitki çayları ile günlük sıvı gereksinimini karşılamış olursunuz. İyi bir öneri:
Domates suyu içmek. (Hem sıvı ilave olarak da C vitamini almış olursunuz. Karabiberle mükemmel bir tat kazanıyor.)


Spor yapmamak için her zaman bahaneler bulan bireyler olarak en azından kaslarımız için bir şeyler yapmamız gerekiyor. Çalışırken ofiste sürekli oturmak ve çok az hareket etmek durumunda kalıyorsanız, bu açığınızı kapatacak egzersizleri mutlaka önemsemeniz gerekiyor. En azından gün içinde 10-15 dakika kendiniz için zaman ayırın ve sırt, kalça ve karın kaslarınızı hareket ettirin. 40'lı yaşlardaysanız bu tarz egzersizler çok daha önem kazanıyor. Çünkü artık kaslarınızın yağ duvarlarıyla kaplanması ve önleminin alınması için geri dönülmez bir sürece girmektesiniz.


Uzmanlar, bir dakikalık gülüşün neredeyse 45 dakikalık bir gevşeme egzersizi ile eşdeğer olduğu kanısında. Strese karşı mücadelenin sürekliliği için de oldukça gerekli bir eylem bu. Üstelik unutmayın; gülünce mutluluk hormonuyla birlikte ağrılarınızı azaltacak maddeler de salgılanıyor.


Beynimiz de bedenimiz de zinde kalmak için yeniliklere ihtiyaç duyar. Evde, işyerinde, her yerde... Her zaman siyah bir kazak giyiyorsanız, 1-2 gün farklı bir rengi denemeyi, ara sıra dişlerinizi sol elle fırçalamayı, en iyi bildiğiniz kestirme yol yerine yeni bir yoldan gitmeyi, selam vermediğiniz birine gülümseyip "günaydın" demeyi, işyerinde bir fark yaratmayı deneyin ve neler olacağını gözlemleyin. Tekdüze hale gelen alışkanlıkları kırmanın bir diğer etkili tarafı da, daha uzun bir ömür yaşamayı mümkün kılmasıdır. Neden acaba? Düşünüp, bunu da günlük ajandanıza not edin.


Geceleri uyuduğunuz odanın ısısı 18 derece olmalıdır. Deliksiz bir uyku ve düzenli nefes alışverişi için en ideal oran budur. Kış aylarında ise dışarısı ne kadar soğuk olursa olsun, kısa süreli bile olsa en az beş kez, içinde bulunduğunuz alanları havalandırmanızda fayda var. Böylece daha çok oksijen almış ve mekan içinde oluşan mikropların tutunmasına da engel olmuş olursunuz.

Hesap kitaplarla geçen yoğun iş temposundan kurtulmak için zamanı doğru ayarlayıp, iyi bir yönetim planı çıkarmak gerek. Böylece neyi ne zaman yapacağınızı bilerek en azından stresin de önüne geçmiş olursunuz. Masaja gidin: Duruş bozuklukları ve sırt ağrılarından şikayet ediyorsanız, daha fazla vakit kaybetmeden hem bedeninize hem de ruhunuza iyi gelecek bir masajı aylık listenize dahil edebilirsiniz. Ayrıca bu tarz gevşetici ve rahatlatıcı uygulamalar sayesinde kan basıncınız da doğal ritmini bulacaktır. Konsere ya da tiyatroya gidin: Bu, sevdiğiniz bir sanatçının konseri ya da klasik bir müzik konseri de olabilir. Önemli olan, ruhunuzu sesleyecek ve size keyif verecek bir aktiviteye her ay katılmaya çalışmanız. Üstelik kitap okumak da bu madde kapsamında iyi gelecek aktivitelerden biridir.

Amerika'da yapılan araştırmalardan elde edilen bulgularda, başkalarına yardımcı olmaya çalışan ve birbirine çözüm üreten kadınlar arasında dayanışma duygusuyla paralel olarak depresyon ve menopozun getirdiği sıkıntıların hafiflediği görülmüş. Baş ve mide ağrılarının ise neredeyse kesildiği gözlemlenmiş.

29 Ocak 2009 Perşembe

PC'nize bir check-up yapalım!

Sabit diskinizin durumu nasıl, verileriniz güvence altında mı? Profesyonel ipuçlarımız ile sabit diskinizi denetleyebilir, tamir edebilir ve bölümlere ayırabilirsiniz. Tüm bunların sonucu olarak daha hızlı ve daha stabil bir sistemin nimetlerinden faydalanabilirsiniz.

Acı ama gerçek: Windows'a ince ayar çekmek hiçbir şey sağlamaz; en azından sabit diskiniz kaplumbağa hızında çalışıyorsa. Temelli bir sürücü kontrolü için vakit geldi de geçiyor.

Maksimum hıza ulaşmak için öncelikle Windows'un yüklü olduğu disk bölümünü temizlemeli ve fiziksel okuma hatalarından arındırmalısınız. Sonrasında ise bu optimum halini yedeklemelisiniz. Eğer bunu da yaptıysanız Windows'u kişisel dosyalarınızdan ayırın ve veri çöplerini farklı bir alana taşıyın. Eğer bunları yaparken bir şeyler ters giderse aldığınız yedeğe hemen geri dönebilirsiniz. Yedekleme sinir bozucu bir iş olduğu için bunu nasıl otomatiğe bağlayabileceğinizi de öğreneceksiniz. Bir kere yaptıktan sonra PC, sistem bölümünü kendi kendine yedekleyecek ve sabit diski sürekli güvence altında tutacak.
Veri çöplüğü ve okuma hataları diski yavaşlatır; sonuç olarak Windows da yavaşlar. Birkaç hamle ile gereksiz veri yığınlarını silebilir ve sonrasında sürücünüzü yüksek verimlilik ile kullanabilirsiniz.

Sabit diski temizleme
Öncelikle HDCleaner yazılımını (Almanca) indirin. Program açıldıktan sonra otomatikman bir sistem geri yükleme noktası oluşturur. Sistem bölümünü seçip "Festplatte durchsuchen" butonuna tıklayın. Gereksiz verilerden kurtulmak için "Weiter | Nicht in den Papierkorb löschen" girdisini seçin ve "Backup der Dateien als ZIP" seçeneğini pasif hale getirin. Bu şekilde çöpler gerçek anlamda silinir; çöp kutusuna gönderilmez veya ZIP arşivi olarak taşınmaz. Temizleme bittiğinde sağ yukarıdaki "Gehe zu" kısmına tıklayın ve sonrasında "Dateiduplikate suchen" i (çift dosyalar için) seçin. Sonrasında sistem bölümü temizlenmeye başlar. Bu modda sadece tehlikesiz multimedya dosyaları silinir. Eğer "Überflüssige DLL-Dateien" (gereksi DLL dosyaları) ve "Verwaiste Verknüpfungen" (bozuk kısayollar) bölümlerini de arkanızda bıraktıysanız "Clean Center" üzerinden uygulamaları ve kayıt defterini temizleyebilirsiniz.

Sabit diski tamir etmek
Sabit disk sektörlerindeki fiziksel hataları Windows aracı olan "Scandisk" ile bulabilirsiniz. Aracı çalıştırmak için Bilgisayar'a girin ve sistem bölümünün üzerine sağ tıklayıp Özellikler'e seçin. "Araçlar" sekmesinde "Hata Denetimi" kısmına gelin ve "Şimdi denetle" tuşuna basın. Çıkan diyalogda "Dosya sistemi hatalarını otomatik olarak düzelt |Bozuk bölümleri bulup düzeltmeye çalış" kutucuklarının yanına tik atın ve onaylayın. İşlemin yapılması için sistemin yeniden başlatılması gerekecektir. Hatalar giderildikten sonra bir sonraki adıma geçip Windows bölümünün ikinci bir diske yedekleyebilirsiniz.
Sabit diskleri kurcalamak tamamen tehlikesiz değil. Bu yüzden acil durumda geri yükleme yapmak için sistem bölümlerini yedekleyin. Bunu nasıl yapacağınız ise Windows bölümünün büyüklüğüne bağlı

25 GB'a kadar
Küçük ve orta büyüklükte bölümler için Microsoft internet ortamında 25 GB'lık parola korumalı bir depolama alanı sunuyor. Hizmeti kullanmak için bir Windows-Live ID'sine ihtiyacınız var. Bununla giriş yaptıktan sonra dosya yüklemeye başlayabilirsiniz. Fakat bir sınırlama var: Dosya büyüklüğü 50 MB'ı aşamaz. Çözüm: Cobian Backup yazılımı. Programı açın ve ilk yedeğinizi oluştururken "Compression" kısmında "No Compression" metodunu seçin.

Aldığınız yedeği Windows Explorer aracılığıyla bulun. Ücretsiz arşivleme aracı 7-Zip ile yedeği istenilen parçalara bölebilirsiniz. Yedeğiniz üzerine sağ tıklayarak 7-Zip'e erişebilirsiniz. Açılan pencerede arşiv formatı olarak "Zip"i seçin ve "Split files" kısmına "52428800" değerini verin. Bunu yaptığınızda yedeğiniz SkyDrive uyumlu parçalara bölünecektir. Internet Explorer ve "Windows Live Karşıya Yükleme Aracı" (Windows Live Suite 3 ile beraber geliyor) kullandığınızda bir kerede sadece beş dosya yollayabilme engelini de aşabilirsiniz. Yükleme işleminin ne kadar süreceği ise internet bağlantı hızınızla orantılı olacaktır. En iyisi yükleme işini gece başlatmanız olacaktır.

Daha büyük disk bölümleri için
Daha büyük disk bölümleri için farklı bir depolama birimi uygun olacaktır. Yedek almak için yine Cobian Backup'ı kullanabilirsiniz. Tabi kullanacağınız diskin, yedeğinizi kapsayacak büyüklükte olmasına dikkat edin.
Zayıf bir XP veya Vista, zamanla şişmeye uğramış halinden daha hızlı çalışır. Böylece bir sonraki adımımız belli oldu: Üç adet disk bölümü oluşturarak kişisel dosyalarınızı ve sürekli artan çöpünüzü Windows'tan ayırın.

Bunu nasıl yapacağınız ise sabit disk durumuna bağlıdır. Eğer yeterli boş alan varsa mevcut altyapıyı değiştirebilirsiniz.

Sabit diski bölümlendirmek
Easeus Partition Manager yazılımını kurun ve başlatın. Şimdi sabit disk dağılımınızı görebilirsiniz. Birçok kullanıcı içinde işletim sisteminin bulunduğu birincil "C:\" bölümüne sahiptir. Eğer ikinci bir Windows veya Linux kullanıyorsanız bunlar farklı bir birincil bölümde depolanıyordur. Buna ek olarak bir "Genişletilmiş Bölüm" vardır. Genişletilmiş bir bölüm içinde 24 adet mantıksal bölüm barındırılabilir ve bunların hepsinin kendine has bir sürücü harfi olur.

Sabit disk bölümlerinizi şu şekilde oluşturun: XP ve programlar için 50 GB, çöp için 10 GB. Geri kalan sabit diskinizi dokümanlar, videolar, müzikler ve diğerleri için kullanabilirsiniz. Çift işletim sistemi kullanacaksanız ayrı bir birincil bölüm daha oluşturmanız gerekiyor; mesela Vista ve programlar için 80 GB daha ayırmak gerekebilir. Linux ise istisnai bir duru oluşturuyor. Takas dosyasını (Swamp) kendine has bir birincil bölümde depolamak istediği için daha fazla yere ihtiyaç duyuyor.

Mevcut Windows bölümünü büyütmek veya küçültmek için bunu seçin ve "Resize/Move" seçeneğine tıklayın. Açılan sihirbaz sizi sonraki adımlarda yönlendirecektir.

Yeni bölüm oluşturmak için yıldız ile işaretlenmiş girdiyi (Unallocated) seçin ve "Create" tuşuna basın. Devamında çıkan diyalogda bir sürücü harfi seçin sonrasında disk boyutunu ve dosya sistemini belirleyin. Şu saatten sonra NTFS'nin aşağısında bir dosya sistemi tavsiye etmiyoruz fakat çok eski bir işletim sistemi (Windows 98 ve öncesi) kullanacaksanız veya PlayStation 3 gibi özel bir donanımın bu diske erişmesini istiyorsanız "FAT32"den başka bir seçeneğiniz yok.
Windows'u inceltmek
Bölümlerinizi oluşturduktan sonra öncelikle kişisel dosyalarınızı farklı bir yere aktarmalısınız. Örneğin "Kişisel Klasörleri" (Belgeler, Videolar, Resimler vs.) taşımak için başlat menüsüne girin ve istediğiniz kişisel klasörün üzerine sağ tıklayın. Özelliklere girdikten sonra "Konum" sekmesine geçin ve istediğiniz disk bölümünü veya klasörü seçin. Windows dosya taşıma işlemine hemen başlar.

Bu şekilde takas dosyasını ve sinir bozucu veri çöplüğünü de sistem bölümünden ayırabilirsiniz. Çöplük olarak kullanacağınız disk bölümü üzerinde "Temp" isminde yeni bir klasör oluşturun. Sonrasında Bilgisayar ikonuna sağ tıklayın ve Özellikler'e girin. "Gelişmiş" sekmesindeki "Ortam değişkenleri" tuşuna basın. Burada kullanıcı değişkenlerindeki "Temp" ve "Tmp" nin yanında sistem değişkenlerindeki "Temp" ve "Tmp" yi de bir önceki adımda oluşturduğumuz klasöre yönlendirin. OK tuşu ile onayladıktan sonra yine Sistem Özellikleri penceresinde "Gelişmiş | Performans" yolunu takip edin. Ayarlar tuşuna bastıktan sonra çıkan pencerede takas dosyasını taşımak için yine "Gelişmiş" sekmesine geçin ve "Değiştir" tuşuna basın. Sonrasında "Özel boyut" girdisine tıklayıp her iki kutuya da "1024" MB değerini yazın. Çoğu durumda bu miktar yeterli olur. Bundan sonra çöplük olarak kullandığınız disk bölümünü formatladığınızda otomatikman tüm gereksiz dosyalardan kurtulmuş olacaksınız.

Dual-Boot istisnası
Eğer XP ve Vista'yı beraber tek bir diskte kullanıyorsanız XP sistem açılışı sırasında Vista'nın oluşturduğu sistem geri yükleme noktalarını silebilir. Sebep: Vista önyükleme yöneticisindeki bir bug sebebiyle her iki birincil bölüm de birbirini "görebilir" ve birbirine saldırabilir. Paragon firması, Partition Manager uygulamasının içine bu sorunu çözebilecek, kendine özgü bir önyükleme yöneticisi eklemiştir. Ne yazık ki, program "aşırı derecede" iyi çalışmaktadır: PC açılışından sonra iki işletim sistemi öyle iyi saklanır ki, önyükleme yöneticisinin kendisi bile bunları bulamaz. Doğal olarak sadece o an aktif olan bölümdeki işletim sistemi başlatılır. Partition Manager uygulamasını işletim sistemi bulunan her bölüme ayrı ayrı kurma fikri ise bizi hiç tatmin etmedi. Sonuçta depolama alanı çok daha değerli. Bu yüzden tavsiyemiz: Paragon'un önyükleme yöneticisinden vazgeçin ve alternatif WWBMU'yu kullanın.KAYNAK

19 Ocak 2009 Pazartesi

Her ağrının bir nedeni var

Baş, boyun, bacak ve bel ağrıları özellikle belli bir yaştan sonra herkesin şikâyetçi olduğu problemlerdir.

Bu rahatsızlıklar aklımıza bile gelmeyecek sebeplerden dolayı ortaya çıkabileceği gibi hiç tahmin edemeyeceğimiz nedenlere ya da tümör gibi çok ciddi problemlere de bağlı olabilir. Amerikan Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Prof. Dr. Ender Berker, baş, boyun, bel ve bacak ağrılarıyla ilgili bilgiler veriyor:

BAŞ AĞRILARI

Baş ağrıları hastalarımızın sıklıkla şikâyet ettiği problemlerdendir. Bu ağrılar beyinde çok ciddi bir patolojiden, boyun kaslarının aşırı gerilmesine bağlı gerilim baş ağrıları olarak adlandırılan basit patolojilere kadar, geniş bir yelpazeyi içerir.

Baş ağrısıyla gelen hastada önce, ağrıya ek olarak görülebilecek merkezi sinir sistemi bulguları basit bir nörolojik muayeneyle saptanmalıdır. Ağrıyla beraber görme, denge bozuklukları, baş dönmesi, kusma gibi bulgular hekim için bir alarm işareti olmalıdır. Her baş ağrısında ağrının sıklık karakteri sorularak migren olasılığı araştırılmalıdır.

BOYUN AĞRILARI

Boyun ağrılarında boyunda hareket açıklığı, hareketle kola yayılan ağrı, kollarda duyu ve refleks azalması gibi bulgular boyun disk hastalıklarını düşündürmelidir. Hastaların sorgulanmasıyla trafik kazaları ve özellikle boyunda yaralanmaları ortaya çıkarılmalıdır. Basit boyun ağrıları, boyun kaslarında tetik noktalarla beraber görülen ve (Miyofasyal Ağrı Sendromu) olarak tanımlanan kas ağrılarına bağlı olabilir. Tüm boyun ve kol-bacak ağrılarında hastalar soyularak muayene edilmeli ve skolyoz, kifoz gibi duruş bozuklukları aranmalıdır. Bu bozukluklarda kasların dengesiz kasılma ve kısalmaları miyofaysal ağrı sendromunu geliştiren ana nedenlerdir.

BEL AĞRILARI

Bel ağrılarında hastanın tam soyunmuş şekilde muayenesiyle belde normal eğilimlerin durumu, öne kaymalar, skolyoz gözlenmelidir. Lokal bel ağrısı ve bel hareketlerinde kısıtlanma dejeneratif disk hastalığını düşündürürken, ağrının hareketle artışı, bacağa yayılışı ve hareket sırasında gelişen skolyoz daha çok disk bozuklukları ve fıtıklarına işaret eder.

Hastaların sorgulanmasında ağrının şiddetinin giderek arttığını ve geceleri daha da şiddetlenerek hastayı uykudan uyandırdığının bildirilmesi tehlike işareti olarak kabul edilmeli ve ağrının altında iltihabi hastalık veya tümör gibi ciddi nedenler aranmalıdır.

Özellikle 65 yaşı geçmiş erkeklerde yavaş başlayan ve giderek artan bu tür ağrıda öyküde prostat kanseri sorgulanmalıdır. Ağrının disk patolojisine bağlı olduğunu düşündüren ilk muayene verileri ile hastada nörolojik muayene yapılmalı ve varsa felçler tespit edilmelidir.

BACAK AĞRILARI

Bacak ağrıları belde özellikle disk ve eklemlerin hastalıklarından kaynaklanabileceği gibi diz, kalça eklemlerinde kireçlenme denilen kıkırdak bozulması, sinir harabiyeti veya bel kanalında daralmaya bağlı sinir dokusunun sıkışmasından kaynaklanabilir. Bacak ağrılarında önce gövdenin ve bacakların duruşu gözlenmeli ve gene hasta çıplak olmalıdır.

Şişmanlık, duruş bozukluğu, bacaklarda şekil bozuklukları her hastada ilk anda gözlenebilen risk faktörleridir. Buna ek olarak diyabet, tiroid fonksiyonları, menopoz durumu araştırılır. Şiddetli, geceleri artan, yanma, bıçaklanma gibi duygularla beraber olan bacak ağrılarında çeşitli nedenlere bağlı sinir harabiyetleri düşünülmelidir.KAYNAK