17 Kasım 2008 Pazartesi
Rasulullah'ın Ölüm Telakkisi
Hayat ne kadar gerçekse ölüm de o kadar gerçektir. Fakat insanoğlunun hayatına bakıldığında sanki diliyle söylediği halde yaşantısıyla “Hayat gerçek, ama ölüm yalan” görüntüsü veriyor.
İşlerine bakıyorsunuz, hiç de bir gün ölecek insanın işlerine benzemiyor. Rabbimiz bu gerçeği ne de güzel ifade buyuruyor: “Öyle binalar ediniyorsunuz ki, sanki içinde ebedi kalacaksınız” [26:129]
Her gece bir ölüm, her sabah bir diriliştir. Uyku ölümün kardeşidir, ölmenin provasıdır. Gündüz yaşar, gece ölür, sabah yine diriliriz. Tıpkı kıştan sonra baharın gelişi ile tabiatın dirildiği gibi.
Ölüm, kendisinden kaçış olmayan ve her canlı varlığın tadacağı bir sondur. Rabbimiz buyurur: “Her nerede olursanız olun ölüm sizi gelip bulur, sarp ve sağlam kaleler içinde olsanız bile.” [4:78] ve “Her nefis ölümü tadacaktır.” [3:185] ayet-i kerimeleri bunu açık ve net bir şekilde ifade etmektedir.
Ölümden kaçış mümküm olmadığına göre; ölüm ve sonrası için hazırlıklı olmak, gerekir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da Peygamberimiz bizlere yol göstermektedir.
Yine İbn-i Ömer (ra) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v) ile birlikte idim. Ensardan bir zat gelerek Resulullah’a selam verdi. Sonra da: “Ey Allah’ın Resülü! Mü’minlerin hangisi en faziletlidir?” diye sordu. Resulullah (sav): “Huyu en iyisidir!” buyurdular. Adam: “Mü’minlerin hangisi en akıllıdır?” diye sordu.Resulullah: “Ölümü en çok hatırlayandır ve ölümden sonrası için en iyi hazırlığı yapandır. İşte bunlar en akıllı kimselerdir” buyurdular.”
İslam inancına göre ölüm yokluk değil, Yüce Dosta/Allah’a kavuşmadır. Hz. Peygamber: ”Allah`ım ölümün şiddet ve sıkıntılarına karşı bana yardim et ve beni Refik-i A`la`ya ilet (Beni Yüce Dosta kavuştur) buyurmaktadır. (Tirmizi, İbn-i Mace)
Yine Hz. Peygamber ölümü temenni etmememizi ancak mecbur kalındığında şu şekilde hareket etmemizi tavsiye etmektedir. Hz. Enes (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (sav) şöyle buyurdular: “Sizden hiç kimse, maruz kaldığı bir zarar sebebiyle ölümü temenni etmesin. Mutlaka bunu yapmak mecburiyetini hissederse, bari şöyle söylesin: “Rabbim, hakkımda hayat hayırlı ise beni yaşat, ölüm hayırlı ise canımı al!” (Buharî, Müslim)
Ölüm hadisesiyle karşılaşan kimsenin istirca da bulunulmasını yani; ”Herhangi bir kulun başına bir musibet gelir de” biz Allah’dan geldik Allah’a döneceğiz. Allah’ım başıma gelen musibetin ecrini ver ve bana bundan daha hayırlısını lutfet.” [2:156] diye dua edilmesini istemektedir.
Ölenlerin arkasından Sevgili Peygamberimiz de üzülmüş ve ağlamıştır. Hayatta en büyük yardım ve himayesini gördüğü amcası Ebu Talib`in ölümüne Rasulullah (sav) çok üzülmüştü. Yalnızca ölümüne değil, onun inkar üzere ölmesine daha da çok üzülmüştür. Kısa bir süre sonra, yirmibeş yıllık hayat arkadaşı, Peygamberliğini ilk tasdik eden, herkesin kendisini horlayıp dışladığı bir dönemde, bütün malını mülkünü O’na ve O’nun kutlu davasına seferber eden asil kadın Hz. Hatice (ra) de vefat edince Hz. Peygamberin üzüntüsü daha da artmıştı. Hatta Rasulullah o yılı: “Hüzün Yılı” olarak adlandırdı.O, çocuklarının annesi, tevhid mücadelesinde herkesin terk edip yüz çervirdiği günlerde, güzel ve yerinde nasihatları ile O’nu teselli edip huzura kavuşturandı. Bu sebeple Hz. Peygamber ondan razı ve hoşnut idi. Onun sağlığında başka bir kadın ile evlenmedi. Onu daima güzellikle hatırlar ve ona dua ederdi. Kadınlık gayreti ile Hz. Aişe: ”Ey Allah’ın Rasulü, daima Hatice’yi hatırlıyorsunuz. Hatice dul ve ihtiyar bir kadındı. Yaşını başını almış, ağzında diş kalmamıştı. Allah, sana ondan daha hayırlısını verdi. Elbette beni ondan daha çok seversiniz değil mi?”, deyince, Allah’ın elçisi: “Hayır! Allah’a yemin olsun ki, bana ondan daha hayırlı bir kadın müyesser olmadı. Kimse beni tasdik etmezken, o beni tasdik etti. Başkaları beni mahrum ederken, o malını verdi. Benim, ailemde yalnız bir dostum vardı o da Hatice idi”, diye vevap verdi. (Müsnet, Ahmet b. Hambel)
Hz. Hatice (ra) vefat ettiğinde onu kendi elleriyle defnetti. Daha sonraları sık sık mezarlığa gidip onun kabrini ziyaret ederek ona dua ederdi. Allah’ın Rasulu ömür boyu Hz. Hatice (ra)’ı hep hayırla yad edib, dostlarına ikram etmiştir. Ona olan sevgi ve muhabbeti hiç bir zaman eksilmemiştir.
Allah’ın Rasulu vefada, sevgi ve şefkatte zirve insandı. Enes bin Malik anlatıyor: ”Rasulullah (sav) le birlikte ruhunu teslim etmek üzere olan oğlu İbrahimin yanına girince, gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı. Bunun üzerine, Abdurrahman ibn-i Avf: “Ey Allah’ın Rasulu! Siz de mi ağlıyorsunuz?”, diye sordu. Hz. Peygamber ona; “Ey İbn-i Avf! Bu gördüğün gözyaşları Rahmet ve şefkat eseridir” cevabını verdi. Sonra şunları ilave etti: ” Göz yaşarır, kalp hüzünlenir. Biz ancak Rabbimizin razı olacağı sözleri söyleriz. Ey İbrahim! Seni kaybetmekten dolayı gerçekten üzgünüz” buyurdu. (Buhari, Müslim)
Bu Hadis-i Şerifte görüldüğü gibi, cenazenin ardından gözyaşı dökmek, sevgi ve merhametin ifadesidir. Rasulullahın men ettiği ağlama şekli ise bağırıp çağırarak, saç baş yolarak, ağıt yakarak, isyan dolu ağlamadır.
Yine Enes ibni Malik’den rivayet edildiğine göre, Nebi (sav), çocuğunun mezarı başında bağıra bağıra ağlayan bir kadının yanından geçti. Ona: “Allah’tan kork ve sabret!” buyurdu. Kadın: “Çek git başımdan; zira benim başıma gelen felaket senin başına gelmemiştir”, dedi. Kadın Hz. Peygamberi (sav) tanıyamamıştı. Kendisine onun Peygamber olduğunu söylediler. Bunu duyar duymaz Peygamberin (sav) kapısına koştu (özür beyan etmek üzere Hz. Peygambere): “Sizi tanıyamadım”, dedi. Peygamber de: “Sabır dediğin, felaketle karşılaştığın ilk anda dayanmaktır”, buyurdu. (Buhari, Müslim) Rasulullah (sav) kadının içinde bulunduğu halet-i ruhiyeyi dikkate alarak üstelemeden yoluna devam edip gidiyor. Şayet üsteleyecek olsa kadın daha ağır ve aşırı sözler söyleyecek ve tehlikeli bir duruma düşecekti.
Müslümanın imandaki olgunluğu biraz da ölüm olaylarına gösterdiği sabırla ölçülür. Halkın, özellikle de kadınların, ölene ağıt yakarak ağlamaları, hüner ve marifet değildir. Asıl marifet; o acılı ânı, kadere rıza göstererek atlatmaktır. Böyle anlarda insanı bekleyen tehlike, yukarıdaki hadisde görüldüğü gibi, Peygamberi ve hatta Allah Teâlâyı red anlamına gelecek sözler sarfetmektir. Zira üzüntü anında insanın direnci zayıf olduğu için, ağzından çıkan sözleri kontrol etmesi fevkalade güçtür. Böylesi hallerde olgun Mü’minler: ”İnnâ lillahi ve İnnâ İleyhi Raciuun.” “Biz Allah’tan geldik yine ona döneceğiz”, diyerek teslimiyet gösterir ve sabrederler.
Üsame İbni Zeyd (ra) şöyle demiştir: Rasulullahın kızlarından Zeyneb, Nebî (sav)’e adam göndererek, çocuğunun ölmek üzere olduğunu haber verdi. Rasulullah (sav) haber getiren kimseye: “Ona dön ve şunu bildir ki, alan da, veren de Allah’tır. Onun katında her şeyin belli bir eceli vardır. Sabretsin ve ecrini Allah’tan beklesin’’ buyurdu: Hz. Peygamberin bu tavsiyesi üzerine Hz. Zeyneb babasına: “Ne olur, mutlaka gelsin”, diye tekrar haber yolladı. Bu defa Peygamber bazı sahabelerle kalkıp kızına gitti.Çocuğu Hz. Peygamberin kucağına verdiler. Yavrucak pek zor nefes almaktaydı.Rasulullahın gözlerinden yaşlar boşandı. Durumu gören Sa’d İbn-i Ubade: Ey Allahın Rasulü! Bu ne haldir? dedi. Nebi (sav) de: “Bu, Allah’ın, dilediği kullarının kalbine koyduğu bir rahmettir.Zaten Allah ancak ,merhametli kullarına rahmet eder” buyurmuştur. (Buhari, Müslim)
Bu Hadisten, yakınları vefat etmiş veya vefat etmek üzere olan kişilere neler tavsiye etmek gerektiğini öğrenmekteyiz. Böyle nazik zamanlarda, bazı değişmez gerçekleri hatırlatmak, insanı teskin ve teselli eder. Üzüntüden ne yapması gerektiğini şaşırmış, ağzından çıkanı kulağı duymayacak hale gelmiş insanlara bu tür hatırlatmalarda bulunmak, hem gönüllerini almaya vesile olur, hem de sabır ve teslimiyet göstermelerine yardım eder.
Ayrıca, Ca’fer’in ölüm haberi geldiği zaman, Resülullah (sav): “Ca’fer ailesi için yemek yapın! Çünkü onlara, onları meşgul eden (haber) geldi!“ buyurarak cenaze sahiplerine yapılması gereken vazifeyi de öğretmiştir.
Rasulullah (sav) inanç ayırımı yapmadan bütün hastaları ziyaret etmiş, cenazelere de hürmet göstermiştir.Bir gün yoldan bir Yahudinin cenazesi geçiyordu. Hz. Peygamber onu görünce ayağa kalktı. Bir başka rivayette sahabelerin, geçenin bir yahudi cenazesi olduğunu hatırlatmaları üzerine Efendimiz: “O da bir insandı“ buyurdu. (Neseî)
Ölüm düşüncesi insanı dünyevileşmekten, haksızlık ve zulüm yapmaktan korur. İnsanın kalbinin kararıp katılaşmasına mani olur.
Yazımızı yine O’nun ikazları ile bitirelim: Bir gün Efendimiz (sav): ”Demirin paslandığı gibi kalpler de paslanır.” Sahabe: Onun cilâsı nedir? Ya Rasulullah! dediklerinde: “Ölümü çokça hatırlamak ve Kur’an okumaktır.” buyurdular. (Tirmizi, İbn-i Mace)KAYNAK
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder