18 Haziran 2008 Çarşamba



Selamün Aleyküm ve Rahmetullahi ve Beraketühü daimen ebeden Ümmet-i Muhammed

Besmele; Bütün hayırlı işlerin başıdır. O Arş-ı A'zam'dan insanların eline uzatılmış nûrânî bir hattan ibarettir. "BismiIIah"a dayanan insan, bütün kâinata meydan okuyabilir. Çünki; orada Allah(c.c.)'a güvenme, dayanma ve itimat etmekten bahsedilmektedir. Dünyanın kapısı "Bismillah'la açılmıştır. Kâinat "Bismillah"la kurulmuştur. Her hadise "Bismillah'la meydana gelir. Ve Kıyamet "Bismillah"la kopacak, Haşr-ü Neşr, Cennet-Cehennem "Bismillah'la teessüs edecek, mü'minler "Bismillah" deyip Cennet'in kapısı açılacak ve orada, anlatılan Allah(c.c.)'ı; Rahman ve Rahîm olan Zât'ı göreceklerdir. Alem "Bismillah"la başladığı gibi "Bismillah'la bitecektir.

Besmele harfi cer olan "be" ile başlar. Harf-i cer ismin sonunu cer eder. Burada "isim"kelimesini cer etmiş ve bu kelimenin sonu kesre kılınmıştır. Kesre, inkisardan gelir. Ve başlangıçtaki bu kesre bize Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna gelirken âdeta münkesir bir kalple gelmeyi ders verir. Esasen, her hayırlı işte havi ve kuvvetine dayanacağımız Cenâb-ı Hakk'a karşı kalbimiz münkesir olmalıdır ki, aczimiz onun kuvvetini davet eden bir şefaatçi olsun...

(Be) de musâhabet mânâsı vardır. İnsan, Allah(c.c.) ve Resûlü'ne yakın olmak istiyorsa besmele çekmelidir. Ve yine "be" de ilsak mânâsı vardır. İnsan; besmele ile Allah(c.c.)'ın Rahman ve Rahîmiyyetine sarılır.

Herşey Allah(c.c.)'a bağlı ve herşey Allah(c.c.)'la ayakta durmaktadır. Kâinatın yüzünün nuru ve ziyası Allah(c.c.) kelimesidir. Allah(c.c.) kelimesinin mevcut olmadığı yerde, bütün bilim ve teknik; korku, hayâl ve seraptan ibaret olur ve iki ucu birleşmeyen bir kısım anlaşılmaz, karmakarışık fikir yığınları olarak kalır. Yirminci asırda bütün ilimlerin tıkanması işte bu noktaya dayalıdır. Günümüzde Allah(c.c.) kelimesine dayanmayan bütün ilim, bilim ve teknolojilerin hepsi tıkalıdır ve altlarında bir kısım tereddüt ve şüpheler vardır. İlim adamı bunlara hipotez, nazariye veya başka başka adlar takar, mânâsı ve mâhiyeti anlaşılmış gibi takdime çalışır. Fakat esas itibariyle ne mânâsı ne de mahiyeti anlaşılmıştır.

Kâinatta her şey bir hakikata dayanmakta, her şeyin temelinde bir hakikatin vücudu gerekmektedir. Şu muhteşem kâinatın temeline de büyük bir hakikat gerekir ki bu kâinat o büyük hakikata dayansın ve mânâsını, tonunu bulmuş olsun. İnsan gibi bir âbide ve şecere-i hilkatin meyvesi, bir kısım faraziyelere meselâ; denizlerin dibindeki amiplere, solucanlara, tesadüf rüzgarlarına veya maymunlara dayanamaz. Bu âbidenin altında büyük bir hakikat olması lâzımdır ki, o da Allah(c.c.), Rahman ve Rahîm kelimeleridir.

Burada bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. Dünyanın doğusunda, batısında, güneyinde ve kuzeyinde gelişen ilmî akımlar, ilim ve teknoloji yönüyle oldukça ileride bulunan devletler vardır. Allah(c.c.)'a inanmayan bu insanlar, herşeyin tıkandığı noktada, gönlü Allah(c.c.)'a bağlı, bütün hissiyatıyla O'na imân etrafında pervane gibi dönen ve gerçekten inanan insanların bu hususta imdada koşmalarını beklemektedirler.

Eğer bütün ilimlerin anlaşılp bilinmesi düşünülüyorsa, bu Allah(c.c.) kelimesine dayandırılarak yapılacaktır. O zaman bilim ve teknik bir hakikata dayanmış ve mânâsını, tonunu bulmuş olacaktır.

İlme ve fenne yeni bir yönü Allah(c.c.)'a inananlar verecektir. İlim ve fen sağlam temeller üzerine, inanmış insanlar tarafından oturtulacaktır. Yoksa kâinatın mânâsı anlaşılamadığından ve kâinat Allah(c.c.)'ın yarattığı istikâmette gidip değerlendirilmediğinden ötürü, Cenâb-ı Hak kâinatı yıkıp dağıtacaktır. İşte buna Kıyamet deniliyor!... Bu, belki bir insanın, belki bir gezegenin, belki bir yıldızın eliyle olacaktır. Çünkü; böyle bir kâinatın artık mânası kalmamıştır.

Allah(c.c.) Mâ'bud-u Bil'Hak ve Maksûd-u Bil-istihkâk'tır. Allah(c.c.) bizatihi mahbûbtur. Kalpler Allah(c.c.) 'ı zikirle huzura kavuşur. Bütün kırık gönüller Allah(c.c.) 'a vardıkları zaman içlerinde sukunet hasıl olur. Allah(c.c.) en yüksektir, müşriğin şirki onun izzet ve azametine ulaşamaz. Yeryüzünde müşrik istediği kadar şirk koşa dursun ve bilâ pervezane "Ben uzayı dolaştım da Allah(c.c.)'ı göremedim." desin. Bütün zaman ve mekândan münezzeh, bütün kâinatı idare eden, herşeyi tesbih taneleri gibi evirip çeviren ve her yerde nizâmıyla kendisini ilân eden Allah(c.c.), müşrikin her türlü şirkinden münezzeh ve yücedir. Tüm bencillik ve isyanlara rağmen, tüm mahlukatın dünya üzerindeki ihtiyaçlarını temin etmektedir. Müşrik, kafir ve münafıkların isyanlarına değer vermediğini; değersiz dünyaya meyledenlerin değersiz yaratıklar olarak, koyunun suya sürüldüğü gibi Cehenneme sürüleceklerini bildirerek merhamete muhtaç olanları, Rahiym sıfatının etrafında toplanmaya çağırmaktadır.

O, ibadet edenlerin Ma'bûdu'dur O, dertlilerin dermanı, yaralı gÖnüllerin derdinin şifasıdır, O, kâinatın nuru ve ziyâsıdır. Herşey O'nunla hallolur. O'nu bulduğun zaman hadiselerin senin başına getirdiği dertlerden, sıkıntılardan, belâ ve musibetlerden kurtulursun.

Onun içindir ki; Besmele dilimizin tesbihi olmalıdır. Mutlu veya sıkıntılı anlarımız önemli olmamalıdır. Her hal-ü karda, Allah(c.c.)'a kul, üstelik; İnanmış ve seçilmiş bir kul olduğumuzu unutmadan Allah(c.c.)'ın Rahmet ve Merhametine sığınmamız icab ettiğini hatırdan çıkarmamalıyız...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder